Dünya kurulduğundan beri insanlar çeşitli nedenlerle bulundukları yerlerden ayrılmak, başka yerlere göç etmek durumunda kalmışlar. Buna bazen deprem, sel, kuraklık, kıtlık vs gibi doğal afetler sebep olurken, bazen de savaş, katliam, istila, işgal gibi insanın ortaya çıkardığı olaylar sebep olmuştur, olmaktadır. Böyle durumlarda insanlar güvenli bir yere sığınmak, iltica etmek zorunda kalırlar. Suriye iç savaşından dolayı memleketimize sığınan Suriyeli mülteciler gibi.
Bazen de Almanya’ya göç eden Türkiyeli işçiler örneğinde olduğu gibi ülkeler kendi iç insan gücünün yeterli olmadığı durumlarda dışarıdan nüfus getirirler. Nitekim İbn Haldun bunun sosyolojik bir kural olduğunu vurgulamak maksadıyla devletlerin geçtikleri evreleri anlatırken dışarıdan insan devşirerek güçlerine güç katma gereğini duyduklarını uzun uzadıya anlatır.
Anlayacağınız dünya bir göç yurdudur. Hatta dünya hayatının temeli de bir göç hadisesiyle atılmıştır. Hz. Adem ve eşinin cennetten kovularak dünyaya göç eden mülteciler olduklarını hepimiz biliyoruz. Başta peygamber efendimiz olmak üzere bütün peygamberler doğup büyüdükleri yurtlarından başka diyarlara iltica etmek zorunda kalmışlardır. Elimize hangi tarih kitabını alırsak mutlaka şu veya bu milletin bugünkü yurtlarına bilmem hangi diyarlardan göç ettiklerini okuruz. Kavimler göçü diye bir olgu var bir kere. Bazı milletlerin göçü ise neredeyse hiç bitmiyor. Mesela Kenan diyarından Mısır’a, oradan Filistin’e, sonra dünyanın dört bir yanına, en sonunda da dünyanın dört bir yanından yine Filistin’e göç eden İsrailoğullarının hikayesi en bilindik hikayelerdendir. Yarın ne olacaklarını ise ancak Allah bilir.
Göç tarihin, sosyolojinin, insan hayatının değişmez bir kuralıdır. Kur’an’da meleklerin bazı kafirlerin canlarını alırken onlara neden bu halde olduklarını sordukları, onların biz yeryüzünde çaresiz, zayıf kimselerdik bu yüzden böyle bir duruma düştük dedikleri, buna karşılık meleklerin “Allah’ın arzı geniş değil miydi, göç etseydiniz ya” diye onları azarladıkları vurgulanmaktadır. Kur’an, göç etmenin zulümden, zorbalıktan, baskıdan, şirkten, küfürden kurtulmanın bir yolu olduğunu belirtir böylece.
Dünya hayatı göç üzerine kurulduğu için doğal olarak ülkemiz de bir göç yurdudur. İlkokulda Türklerin anayurtları Orta Asya’dan çıkan bir kuraklık yüzünden Anadolu’ya göç ettiklerini hepimize ezberletmişlerdi. Nitekim bir yerden bir yere göç etmek o kadar değişmez bir kural olarak zihnimizde yer edinmiş ki bir milletin baştan itibaren hep aynı yerde yaşamış olması mümkün değilmiş gibi düşünüyoruz bu yüzden. Herkes mutlaka bir yerden gelmiştir yani. O yüzden bazen “Türkler Orta Asya’dan geldiler, mesela Kürtler nereden geldiler?” gibi sözleri duymayanınız yoktur herhalde. Ben şahsen çok karşılaştım. Ben de laf olsun diye “orta dünyadan geldik” diye cevap veriyorum bazen.
Göç aynı zamanda sorunlara neden olur. Sadece göçmenlerin yaşadıkları sorunları kast etmiyorum. Göç ettikleri yerlerdeki insanların yaşadıkları sorunlar da vardır. Mutlaka her göç yurdunda daha önce göç edip yerleşenlerin yeni gelenlerin sebep olduklarını düşündükleri sorunlar da vardır. Bu sorunların bazısı doğal olarak gerçektir, bazısı da bildiğiniz gibi algısaldır. Bugünlerde Suriyelilerle ilgili olarak daha önce gelip yerleşenlerin sorun diye ileri sürdükleri olaylar hiç kuşkusuz bu türden algısal sorunlardır.
Ama en önemlisi ülkemizde mülteci beğenmeme gibi bir sorun var. Buna mülteciden mülteci beğenme sorunu da diyebiliriz. Bu beğenip beğenmeme olgusunu mülteci karşıtlarının gerekçelerinden anlamak mümkündür. Mesela Suriyeli mültecilere karşı olduğunu söyleyip bunun ülkemizi bir Ortadoğu ülkesi haline getireceğini ifade edenler Ukrayna’dan, Bulgaristan’dan, Yunanistan’dan göç edenlere karşı bu tür tepkiler göstermezler. Bazı kesimler mültecilerin Arap olmasını, Arapça konuşmalarını Türklüğün geleceği açısından büyük bir tehdit olarak görürken Özbek, Türkmen, Azeri göçmenlere ses çıkarmazlar. Seksenli yıllarda Saddam’ın saldırılardan kaçan Kürtlerin bu gibi endişeler yüzünden, topluma karışıp üniter yapıyı bozmamaları için yıllarca nasıl tel örgülerin ardında tutulduklarını hepimiz biliyoruz. Suriyeliler başlığı altında göç eden Suriyeli Kürtlerin durumu ise içler acısı, onlar Kürt olduklarını dahi söyleyemiyorlar.
Mültecilerin ülkemize kattıkları değeri de anlatmak gerekir elbette. Ancak mevcut siyasi konjonktürün sebep olduğu zihin bulanıklığı yüzünden bunu değerlendirecek devlet aklının pek etkili olmadığı görülmektedir.
Oysa Cumhuriyetin kuruluşundan beri ülkemiz her zaman dış göçe ihtiyaç duymuştur. O kadar ki Cumhuriyetin ilk yıllarında bazıları madem dışarıdan nüfus getirmeye ihtiyacımız var “bari saf Türk ırkından Macar erkekleri ithal edelim” gibi muasır medeniyet seviyesinde herzeler bile yedikleri anlatılmaktadır.
Demem o ki her iltica doğal olarak iltica edilen yer açısından bir takım sorunlara sebep olur. Bunun çözümü mülteci düşmanlığı değil, mültecilerin insanca yaşamalarının sağlanmasıdır. Sebep oldukları sorunlar gibi karşılaştıkları sorunların adalet ve merhamet çerçevesinde çözülmesidir. Mülteci karşıtı siyasetçilerin pek itibar gördükleri şu günlerde biz yine de insani ve İslami uyarımızı yapalım: Devletin odaklanacağı husus, mültecileri bir sabah kamyonlara doldurup geldikleri yere göndermek, olmadı mancınıklara koyup sınırın öte tarafına fırlatmak olamaz.