Dünya, 2015 yılında Birleşmiş Milletler'de düzenlenen özel bir zirvede, 2030'da tamamlanması kararlaştırılan sürdürülebilir kalkınma hedeflerine ulaşmak için belirlenen sürenin yarısını aştı. BM yakın zamanda, kalkınmanın ekonomik, sosyal ve çevresel boyutlarının yanı sıra iklim değişikliğiyle mücadeleyi içeren 169 alt hedefe bölünmüş 17 kalkınma hedefinden ne kadarının gerçekleştirilmiş olduğuyla ilgili küresel durum hakkında bir rapor yayınladı. Raporda, değerlendirilebilecek hedeflerin 140 tane olduğu ortaya çıktı. Bunların sadece yüzde 12'si 2030 yılında tamamlanma yolunda ilerliyor. Kalkınma hedeflerinin yüzde 50’sinden fazlası ilerlemesi gereken yoldan sapmış, yoksulluk ve açlıkla mücadele hedefi dahil bu hedeflerin yüzde 30'undan fazlasında ise performans, 2015'teki başlangıç noktasından da daha geriye gitmiş bulunuyor.
Söz konusu feci sonuçlar, BM Genel Sekreteri’ni, dış borç yükünü azaltarak kalkınmayı finanse etmeye yönelik teşvikleri hızlandırma çağrısında bulunmaya sevk etti. Zira dış borç, gelişmekte olan ülkelerin ihracat gelirlerini yiyip bitiren bir yük haline geldi, borç servisi için yapılan taksit ve faiz ödemelerinin oranı, vatandaşların ihtiyacı olan eğitim, sağlık ve temel hizmetlere harcananları aştı. Gelişmekte olan ülkelerin dış borç ödemelerinin toplam ihracattan karşılanma oranı 2010'da yüzde 71'den 2022'de yüzde 110'un üzerine çıktı. Kreditör özel sektörden alınan dış borç yüzdesi yüzde 62'ye yükselirken, uluslararası kuruluşlardan alınan borç miktarı yüzde 24, ülkeler arası karşılıklı kredilerin oranı yüzde 14’e yükseldi. Ödenen faiz oranı, son artışlardan önce Almanya tarafından ödenen yaklaşık yüzde 1,5 oranına kıyasla Afrika'da ortalama yüzde 12'ye yükseldi.
O halde birazı dışında gelişmekte olan ülkelerin, dış borç krizleri ve felaketleriyle karşı karşıya kalmaları, gelişmekte olan ülkelerin yarısından ihracat gelirlerinin en az yüzde 7,4'ünü artık borç servisine ayırmalarının, yine bugün bazılarından bu rakamın birkaç katını ödemelerinin istenmesi şaşırtıcı değil.
İlginçtir ki Almanya'nın İkinci Dünya Savaşı'ndaki yenilgisinden sonra, 1953 Londra Anlaşması'na göre yeniden inşa çabalarını aksatmaması için uluslararası toplum kendisinden savaş borçlarını ödeme konusunda ihracat gelirlerinin yüzde 5'ini geçmeyecek bir oranda ödeme yapmasını talep etmişti. Bu durumda gelişmekte olan ülkeler nasıl bir savaş yürüttüler de çoğu kendilerini eski borçları ödemeye mahkum eden bir dış borçlar prangasıyla zincirlenmiş buldular. Bu ülkelerden bazıları da gelişmekte olan ülkeler dışındaki güvenli limanlara yasa dışı mali akışlara tanık oluyor. Ülkede kalanlar ise kimisi ekonomik getirisi olan kimisi de kayda değer bir ekonomik veya sosyal getirisi olmayan projelere vitrin oluyor. Bu projelerden bazılarında ithalat bileşeni yüksek olduğu için kreditör ülkelerin de kendisinden yararlandığını gözden kaçırmamak gerekir. Bu durumda borçlar, kalkınmaya yönelik yatırımlarda kesintiye gitmeden, eğitim ve sağlık harcamaları pahasına olmadan, vatandaşlara ve gelişmekte olan ülkelerde çalışan özel sektöre altında inledikleri yükler yüklemeden nasıl ödenebilir? Gelişmişlikten çok geri kalmışlığa yakın güney ülkelerinin gerçeklerini güzelleştirmek için rakamlar akrobatik numaralarla süslense bile herhangi bir faydadan çok kötülük getiren bu tür borçları içermesi gerekmeyen büyük bir finansman olmadan kalkınmadan bahsetmenin bir anlamı yok.
Eylül ayında yapılacak Genel Kurul çerçevesinde düzenlenecek Sürdürülebilir Kalkınma Zirvesi'nde sunulacak olan taslak bildirgenin, acil müdahale fonlarının güçlendirilmesi talebiyle birlikte kalkınma finansmanının yıllık 500 milyar dolara çıkarılmasına yönelik acil bir talep içereceğini belirtelim. Kalkınma çabalarının başarısızlık uçurumuna kaymasını önlemeye yönelik bu çağrılara paralel olarak, küresel finansal sistemde reform yapılmasına yönelik acil çağrılar da yapılıyor. Aslında uluslararası işlemlerde yürürlükte olan dağınık düzenlemeleri bir sistem olarak adlandırmak da abartı olur.
Ancak BM Genel Kurulu’nun önümüzdeki toplantılarında gündeme getirilmesi beklenen bu talepler, gazeteci ve köşe yazarı Colum Lynch'in uluslararası kalkınma meselelerinde uzman Devex dergisinde bu ayın başlarında yayınlanan bir makalesinde özetlediği gibi; gelişmiş ülkelerin reddi ve çekinceleri ile karşılaşmaya devam ediyor. Görünüşe göre, gelişmiş ülkelerin temsilcileri, finans kurumları ile uluslararası kuruluşları birbirinden ayıran bürokratik sınırları korumaya yönelik eski arzularla meşguller. Hükümetleri, zenginlikleri ve öncelikleri üzerindeki hegemonya ve kontrolün sürekliliğini garantilemek için İkinci Dünya Savaşı sonrası düzenlemelerin devam etmesini istiyorlar. Bununla birlikte böyle bir uzlaşmazlık, artık yeni güç dengesi için uygun olmayan, yaşlanan bir uluslararası sistemde değişimi hızlandıran faktörlerden olabilir.
Finansmanı artırma talepleri, özellikle kalkınma yardımlarındaki göreli düşüş, finansman açığına kıyasla uluslararası kalkınma bankaları tarafından sağlanan fonların mütevazı rakamlarda donup kalmasıyla birlikte, gelişmekte olan ülkeler tarafından yapılıyor. Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Teşkilatı üye devletleri tarafından sağlanan finansmandaki sınırlı artışa rağmen bu artış, insani yardım ve mültecilere yardım gibi alanlarda Ukrayna'daki savaşın sonuçlarıyla yüzleşmeye yönelikti. Ayrıca, uluslararası kalkınma bankalarına ödenen sermaye, küresel ekonominin büyüklüğüne ve gelişmekte olan ülkelerin yurt içi üretimlerindeki artışa ayak uyduramayınca bu sermayeden kalkınmanın finansmanı için elde edilen gelirler yetersiz kaldı. Özellikle de kendilerine sağlanan finansman tavanlarının artık hem düşük olduğu hem de maliyet, komisyon, ödemesiz dönemler ve geri ödeme vadeleri açısından elverişsiz finansman koşulları taşıdığı orta gelirli ülkeler söz konusu olduğunda.
Bu talepler aynı zamanda, gelişmiş ülkelerin tartışmalar sırasında sürdürülebilir kalkınma hedeflerine ulaşılmasını destekleme taahhüdünde bulundukları, 2015 yılında Addis Ababa'da üzerinde anlaşmaya varılan kalkınma finansmanı belgesiyle de uyumlu. Ama bu taahhütler yerine getirilmedi. Uluslararası finans kuruluşları finansman kapasitelerini artırma sözü verdiler ancak bu gerçekleşmedi. Kaldıraç yöntemini kullanma, riski azaltma, özel yatırımları kalkınma projelerine yönlendirmek için teminatlar sunmayı taahhüt ettiler. Fakat bunlar da çok azı dışında yerine getirilmedi.