Batı, 15. kez düzenlenmesine rağmen BRICS zirvesinden ciddi kaygı duyuyor. Televizyon kanalları zirveyi takip ediyor, muhabirler Johannesburg'dan canlı mesajlar aktarıyor, gazeteler korkuyor ve yeni ortak para biriminin 10 yıl sonra da olsa ışığı görüp görmeyeceği sorgulanıyor! Fransız bir siyaset analisti bu artan cesaret karşısında şaşkın bir şekilde: "ABD ve Avrupa artık korkmuyor mu?" diye soruyor.
Paris’te uluslararası ilişkiler araştırmacısı Bertrand Badie şuna dikkat çekiyor; "eskiden üçüncü dünya ülkeleri dediğimiz ülkeler artık ilk sıralarda yer alıyor”. Gazetelerden biri ise şu manşeti attı: "Eski sömürge ülkelerinin zayıf duyguları eyleme dönüştü."
Her ne kadar sonuç bildirgesi daha önemli ve kısa vadedeki etkileri korkuyu yatıştıracak veya ihtiyat duygusunu artıracak olsa da Johannesburg Zirvesi de öylesine geçiştirilemez. Mevcut 5 BRICS üyesi ülkeye (Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin ve Güney Afrika) kimin katılıp katılmayacağı konusundaki bazı anlaşmazlıklar, bu oluşum karşısında ne yapacaklarını bilemeyenleri rahatlatıyor. Gözler, üye çemberinin genişlemesinden rahatsız olan Hindistan'da. Ancak Başbakan Narendra Modi, "BRICS üyelerinin artırılmasını destekliyoruz" diyerek üyeler arasındaki anlaşmazlıklara bahis oynayanları hayal kırıklığına uğrattı. Hatta Modi tam aksine BRICS grubunun uzay araştırmaları için bir federasyon kurulması ve eğitim konularında koordinasyon sağlanması yönünde çalışmalar olduğunu duyurdu.
Beş ülkenin farklı hedeflerine, değişen demografik büyüklüklerine, ekonomik koşullarına ve umutlarına rağmen, daha fazla önem kazanması için bu oluşumun başarısı ve genişlemesi her birinin kendi çıkarına. BRICS ülkeleri bugün dünya nüfusunun yüzde 40'ını temsil ediyorken, sanayileşmiş ülkeler grubu G7 yalnızca yüzde 10'unu temsil ediyor. Bir de dünya GSYİH'sının dörtte birini oluşturan bir ekonomi var. Petrol ve jeopolitik güçleriyle Suudi Arabistan, İran ve Cezayir, demografik ağırlıkları ve milyonluk nüfuslarıyla Malezya, Endonezya ve Mısır BRICS’e üye olurlarsa, bu durumda gerçekten çok büyük bir ekonomik oluşumla karşı karşıya kalacağız demektir.
Bilindiği gibi BRICS projesinin tohumu, 11 Eylül'de ünlü İkiz Kuleler’e düzenlenen saldırının ardından ABD'nin Afganistan'a saldırmasıyla birlikte doğdu. Bir yanda işgal ve bölgenin petrollerinden faydalanma planları yapanlar varken, diğer yanda Goldman Sachs'tan Amerikalı ekonomist Jim O'Neill, yükselen güçlerin (Çin, Hindistan, Brezilya ve Rusya) geleceğini okuyor ve 2050'de ekonomik döngünün önemli bir parçasını oluşturacaklarını öngörüyordu. Rusya ekonomistin bu fikrini benimsedi ve o zamandan itibaren üzerinde çalışmaya başladı. 2006 yılında bu ülkeler arasındaki ilk toplantı düzenlendi. O tarihten bu yana pek çok darbe gerçekleşti; salgın, Ukrayna'daki savaş, bazı ekonomilerin çöküşü, enflasyon, gaz ve gıda krizi, tüm bunlar şoklar zincirini hızlandırdı ve çözüm arayışlarını hızlandırdı.
Küreselleşme devam ediyor, ancak 2008 finans krizi sırasında mevcut sistemin sarsılmasının ardından kendisine yeni yollar açıyordu. BRIC ülkeleri ikinci kez buluştular, Güney Afrika henüz katılmamış ve oluşumun ismine S harfi eklenmemişti. Bu buluşmada çıkış arayışı ve daha adil bir küresel ekonomik sistem talep edildi.
O zamandan bu yana, daha fazla adaletsizliğe, yoksullaşmaya ve zayıf olan ülkelerde savaşlara tanık olduk. Üçü nükleer, ikisi Güvenlik Konseyi'nde daimi üyeliğe sahip olan BRICS ülkeleri dünyanın en gelişmiş ülkeleri haline geldi. Bunlar marjinalleştirilmekten, ikincil öneme sahip ulus muamelesi görmekten ve özellikle Ukrayna savaşının ardından Çin ve Rusya başta olmak üzere yaptırımlar ve ekonomik ablukalarla zincire vurulmaktan şikayet eden büyük güçlerdi.
Asıl şüphe uyandıran ise, onlarca ülkenin katılım için açılan iştahıydı; en az 20 ülke resmi olarak bu sistemin bir parçası olma talebinde bulundu.
Dikkatli bakarsanız, BRICS’in de İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra Batılı ülkelerin dünyaya vaat edip yerine getirmediklerinden pek de farklı olmayan bazı söylemleri olduğunu görürsünüz. Batılı ülkeler bu vaatleri yerine getirmedikleri gibi uluslararası kuruluşların yetkilerinden servetlerini artırmak, ekonomik ve askeri nüfuzlarını pekiştirmek için yararlandılar.
Bazıları BRICS ülkelerinin, üçüncü dünya ülkelerinin bağımsızlıklarını kazanmalarının ardından ve Soğuk Savaş çatışmalarından uzaklaşmak istedikleri için 1955 yılında Endonezya'da düzenledikleri Bandung Konferansı'nda doğan "Bağlantısızlar Hareketi"nin yeni bir versiyonu olduğuna inanıyor. Ancak altmış yılı aşkın süredir yaşanan zorlu deneyimlerden sonra talepler ve istekler değişti.
Afrika, Fransa'yı birbiri ardına ülkelerinden kovuyor, hatta televizyon kanallarını bile kapatıyor. Altmış yılın ardından Afrika giderek yoksullaşırken, dağılırken ve savaşlar yaşanırken, BRICS, ezilen kıtanın zaferini deklare eden sloganları yükseltiyor. Rusya Devlet Başkanı Putin, tahıl ve gübresini kendisine bedava dağıtmak istiyor. Çin, kıtayı demiryolları ve teknolojik projelerle birbirine bağlamak için milyarlarca dolarını kullanıyor.
Hükümetlerden önce halklar BRICS'i istiyor ve nedeni yalnızca Batı'nın doruğa ulaşan kötü davranışları değil, Çin ve Rusya başta olmak üzere kurucu ülkelerin benimsediği ahlaki söylem de nedenlerden biri. Çin ve Rusya BRICS’in lokomotifi ve geçmişteki adaletsizlikleri ortadan kaldıracak yeni bir sistem getiriyoruz demeye çalışıyorlar. Kötü şöhretli IMF (Uluslararası Para Fonu) ve Dünya Bankası'nın yerine BRICS ülkeleri, Yeni Kalkınma Bankası ve İhtiyat Fonu’nu kurdular. Bu sayede üye devletlerin ve ihtiyaç sahibi ulusların, egemenliklerini ihlal eden ve onlara dışarıdan reform dayatan şartlar olmadan borçlanmaları mümkün hale geldi. Buna bir de kredilerin yerel para birimi cinsinden verilmesi ve geri ödenmesi imkanı ekleniyor.
Yapı kırılgan ve sağlam temellere dayanmıyor. Üye devletler coğrafi olarak birbirinden çok uzak, kültürleri, hedefleri, Batı'ya karşı duruşları ve BRICS'in savaşmak istediği dolar ile ilişkileri farklı. Ancak bunların hepsi, bilhassa içinde yaşadığımız bu küresel dönüm noktasında BRICS için güç noktaları da olabilir. Hayal kırıklığına uğramış gençler, demokrasi veya özgürlükten dem vurmadan, yalnızca yaşam koşullarını iyileştirme arzularının birbirine bağladığı ülkeler arasında farklı bir ekonomik gruplaşma inşa etme konusunda bir umut ışığı olduğunu hissediyorlar. Onlar için bu başlı başına bahse değer bir şey.