Vahiy, insanı her konuda eğiten temel unsurdur. Onun eğittiği alanlardan birisi de halini Allah’a arz etmektir. Bu arzı gerçekleştirebilmek için insanın üzerine düşeni yapması ve hareket ederken Allah’a tevekkül etmesi gerekir. Yani bir işi yapmaya karar verdiğinde Allah’a tevekkül edip sırtını ona dayayacak[1] sonra da o işte muvaffakiyet talep edecek. Üzerine düşeni yerine getirmeden yapılacak yakarışların insana faydası yoktur. Çünkü yardımı hak etmek için kişinin üzerine düşeni yapması gerekmektedir. Bittim diyene yettim denilebilmesi için onun gerçekten bittim demesini gerektirecek bir konumda olması şarttır.
Bu durumun en bariz örneklerinden biri Hz. Nuh’tur. Hz. Nuh hayatı boyunca Allahuteala’nın kendisine vermiş olduğu nübüvvet görevini yerine getirmek adına çalışmış, bıkmadan usanmadan uğraşıp didinmiştir. Bunca çabaya rağmen yapmış olduğu davete kavminin olumlu bir karşılık vermediğini görünce halini Allah’a arz ederek; “Rabbim! Halkımı gece gündüz davet ettim. Ama benim çağrım, onları haktan iyice uzaklaştırmaktan başka bir işe yaramadı. Sen onları bağışlayasın diye onları ne zaman davet ettiysem, parmaklarını kulaklarına tıkadılar; elbiselerine büründüler, direndiler ve kibirlendikçe kibirlendiler. Fakat yine de umudumu kesmedim her türlü imkân ve fırsatları kullanarak, tüm gücümle onları gerçeklere açık açık davet ettim. Ayrıca, kimi zaman onlara hakkı açıkça ilan ettim, bazen de rencide olmasınlar diye onlarla özel olarak, gizlice konuştum. Onlara dedim ki: Ey halkım, gelin zulüm ve haksızlıktan vazgeçin ve Rabb’inizden bağışlanma dileyin; gerçekten O, çok ama çok bağışlayıcıdır! Mağfiret dileyin ki üzerinize bol bol yağmur indirsin. Size mal ve evlat ihsan buyursun, size bahçeler, ırmaklar, su kanalları nasip etsin.”[2] deyip neler yaptığını dile getirmiştir. Ardından artık kul olarak yapabileceği bir şey kalmadığını ilan edercesine Hz. Nuh Allah’a yakarıp acizliğini itiraf etmiş ve Rabb’ine el açıp şöyle yalvarmıştır: “Ya Rabbi! Gücüm tükendi, çaresiz kaldım, mücadelemde yenik düştüm; bana yardım et!”[3]
Allahuteala’dan yardım isteyebilmeye yüzümüzün olması için bizim üzerimize düşeni yapmamız gerekmektedir. Zira Allahuteala kendisine yardım edene yardım edeceğini vaat etmektedir: “Ey iman edenler! Eğer Allah yolunda mücâdele bayrağı açanlara yardım ederseniz, O da size yardım edecek ve gücünüzü artırarak ayaklarınızın yere sağlam basmasını sağlayacaktır.”[4] Allah’ın yardım etmesinin ön koşulu, insanın bir şeyler yapmasıdır. İnsan ödenmesi gereken bedeli ödemeye talip olunca Allahuteala da onu yalnız bırakmamakta ve ona gereken yardımı ve desteği vermektedir. Zira “İnanıp güvenenlere yardım boynumuza borçtur.”[5] buyurmaktadır.
Bugün Filistin halkı ve diğer bütün mazlum halklar için yaptığımız duaların kabul olmasını istiyorsak öncelikle bu duaların kabul olmasına vesile olacak ön adımları atmamız gerekmektedir. Şöyle ki;
Öncelikle Allah’a tevekkül ederek yola koyulacağız ardından “Ya Rabbi bize yardım et!” diyeceğiz.
Öncelikle elimizdeki taşları atmak adına bir girişimde bulunacağız sonra da “Ya Rabbi ebabillerini gönder!” diyeceğiz.
Öncelikle Hz. Yusuf gibi “Rabbim! Zindan bana bunların davet ettikleri şeyden daha sevimlidir.”[6] diyeceğiz sonra da bizler için kurulan tuzaklardan kurtarılmayı ve sarayların kapılarının bize açılmasını bekleyeceğiz.
Öncelikle Hz. Musa gibi “Rabbim! Bana bahşedeceğin her hayra öylesine muhtacım ki!”[7] deyip aczimizi itiraf edeceğiz sonra Şuaypların elimizden tutması için vesile kılınmasını bekleyeceğiz.
Öncelikle Hz. Yunus gibi kardeşlerimizden ümit kesmekle hata ettiğimizi anlayıp “Doğrusu ben, emrini göz ardı etmekle kendime zulmettim!”[8] diyeceğiz sonra da gerçekleşmesini istediğimiz şeylerin gerçeğe dönüştüğünü görebileceğiz.
Şeytanlardan ve şeytani güçlerden gelebilecek şerlerden, tehlikelerden korunmak istiyorsak öncelikle Allahuteala’nın Hz. Muhammed’e sığınmayı öğrettiği şu sözleri “Ya Rabbî! Şeytanların vesveselerinden, onların yanımda bulunmalarından Sana sığınırım!”[9] deyip sonra onların şerlerinden korunmayı bekleyeceğiz.
Öncelikle “Kişisel, ulusal çıkarları gözetmezsek sıkıntıya düşeriz.” diye düşünmeyi ve hesap yapmayı bırakarak; “Ey mülkün gerçek sahibi olan Allah’ım! Mülkü dilediğine verirsin, dilediğinden çekip alırsın. Dilediğini yüceltirsin, dilediğini de alçaltırsın. Her türlü iyilik senin elindedir. Hiç kuşku yok sen her şeye kadirsin.”[10] diyeceğiz sonra da o mülkün bize lütfedilmesini bekleyeceğiz.
Öncelikle ruhlarımızı her türlü esaretten kurtaracağız sonra da başkalarının esaretinin sonlandırılması için çaba harcayacağız.
…
İşte bütün bunları yapabildiğimiz gün Filistin, Irak, Libya, Yemen, Somali, Suriye ve daha birçok yer özgürleşecek ve zalimler hak ettiklerini bulacaklardır.
Rabbimiz! Bizi dürüst ve erdemlice yaşayan, çirkin davranışlardan sakınan ve sakındırmaya çalışan kimseler için dünyada iyilik ve güzellikleri yayma konusunda örnek ve öncü kıl!
Âmin.
[1] Al-i İmran 3/159
[2] Nuh 71/5-12
[3] el-Kamer 54/10
[4] Muhammed 47/7
[5] er-Rum 30/47
[6] Yusuf 12/33
[7] el-Kasas 28/24
[8] Enbiya 21/87
[9] Mü’minun 23/97-98
[10] Al-i İmran 3/26