Muhammed Rumeyhi
Araştırmacı yazar, Kuveyt Üniversitesi'nde Sosyoloji profesörü...
TT

Savaşın Körfez'e yönelik tehlikeleri!

Bu analiz, geçerliliği yüksek olan iki varsayıma dayanmaktadır. İlk varsayım, Gazze ve çevresindeki savaşın haftalarca değil, belki aylarca süreceği ve başta Filistin tarafı olmak üzere savaşa katılan taraflar üzerinde büyük bir yıkım bırakacağıdır. Dahası savaş son zamanlarda ‘Mısır'da olduğu gibi’ tesadüfen ya da Lübnan’da olduğu gibi ve belki gelecekte Suriye ve Ürdün'de olacağı gibi duygusal tepkilerle komşu bölgelere de ulaşabilir. Savaşların yaklaşık olarak ne zaman başladığı ve aktörlerin kimler olduğu her zaman bilinir. Ancak ne zaman ve ne şekilde sona ereceklerini, savaşlara son katılanların kimler olacağını ve savaşlarla hangi çıkarların elde edileceğini tahmin etmek zordur. Bu savaşın hassasiyeti ve insani düzeydeki yıkımın boyutu göz önüne alındığında Arap halkları gittikçe daha fazla, başka halklar ise onlardan ‘belki daha az’ öfkelenecek. Bölgedeki çeşitli güçler bu öfkeyi en iyi şekilde değerlendirmenin yollarını arıyor ve her biri kendi ajandasına göre deşarj etmeye çalışıyor. Bu yerel ya da bölgesel ajandalar ortaya çıkmak için mevcut savaşı bir fırsat olarak kullanıyor olabilirler.

İkinci varsayım ise ‘aktif çabadır’ ve bu, İran devletinin bu savaştaki tutumu ve hem Hamas hem de Hizbullah ile silah, finansman ve eğitim açısından ilişkileri açısından hafifletici bir tabir olabilir. İran’ın ayrıca Irak'taki silahlı gruplarla ve bazı Arap ülkelerinde devrim ideolojisine sempati duyan, ‘uyuyan hücreler’ olarak bilinen gruplarla da yakın ilişkileri var. Son günlerde İran’a bağlı milislerin Irak ya da Suriye'deki uluslararası güçlere karşı gerçekleştirdikleri roketli saldırılar ya da Güney Lübnan'daki sınırlı askeri faaliyetler, yukarıda bahsettiğimiz işte bu aktif çabanın bir örneği. İran kendisini savaş odasındaki ‘beyaz fil’ sayıyor. Ortadoğu meselelerinde temel aktör olarak en yüksek yeri işgal etmeye çalışıyor. Bilhassa İsrail'i desteklediği için ABD'yi şeytanlaştırmak daha kolay hale geldiğinden, ona göre mağdur taraf onunla iletişime geçmeli ve onun ‘çıkarlarını’ kabul etmeli!

Tüm bu faktörleri bir araya getirdiğimizde, Körfez ülkelerinde karışıklığa yol açacak ortam tamamen hazırlanmış oluyor. Körfez bölgesinde karışıklık çıkarmak istenmesinin sebebi bu bölgeye karşı bir tutumdan ziyade (ki bu dışlanacak bir ihtimal değil) Ortadoğu sahnesindeki diğer güçleri de bu savaşa ya da farklı savaşlara sürüklemek olabilir. Zira İran Dışişleri Bakanı'nın deyimiyle ‘Ortadoğu bir barut fıçısı!’

Dolayısıyla ortam hazır, keza ateşlenecek olası fitil de hazır, o da her gün kendilerine ölü çocuk bedenlerine ve hastanelerdeki yavaş ölümlere ait görüntülerin sunulduğu halkların öfkesi. Körfez ülkeleri, kontrolsüz ve Kuveyt'te olduğu gibi, ‘zor durumda’ bırakacak bir şekilde de olsa bu öfkenin ifade edilmesine izin vererek kendisine karşı hoşgörülü olmaya çalışıyor. Nitekim Kuveyt’te bu öfke, yerleşik uluslararası ilişkilerle çelişen bir egemenlik meselesi olan yeni Amerikan büyükelçisinin görevini üstlenmesini engellemeyi talep eden seslerin yükselmesi şeklinde ifade buldu. Diğer bölgelerde ise enerji silahı terimi kullanılarak bunun kullanılmasına teşvik eden ya da Ürdün’deki gösterilerde olduğu gibi büyükelçilerin çekilmesini talep eden sesler yükseldi. Körfez bölgesi aynı zamanda uluslararası anlaşmalar kapsamında karada veya denizde çok sayıda Amerikan kuvvetine de ev sahipliği yapıyor.

Bütün bunlarla birlikte gerçekleri çarpıtma konusunda profesyonel içerik oluşturucular aracılığıyla Arap kitlelerin ateşli duygularından faydalanmayı amaçlayan tüm bu olasılıkların farkında olmak akıllıca olacaktır. Dahası özellikle Yemen'deki Husiler, Irak'taki silahlı milis gruplar gibi hepsinin şu ya da bu şekilde İran ile bağlantısı olan güçlerin bulunduğunu, özellikle çatışmanın tırmanıp büyümesi durumunda, bu grupların hedeflerine ulaşmak için harekete geçmek için zamanlamayı uygun bulabileceğini de hatırlamalıyız.

Karamsar ama muhtemel olan söz konusu tablonun gölgesinde, Körfez ülkelerinin bu tür olumsuz gelişmelere hazırlıklı olma yönünde (en azından aleni olarak) fazla bir çabasına şahit olmuyoruz. Oysa Körfez bölgesinde bazı dosyalar halen açık. Bu dosyalar arasında, İran'ın işgal ettiği BAE adaları, son dönemde uluslararası bir anlaşmayla gündeme gelen Kuveyt-Irak arasındaki Hor Abdullah meselesi, Suudi Arabistan Krallığı ile Kuveyt arasında paylaşılan ve İran'ın önemli bir pay talep ettiği ed-Durra sahası konusu da sayılabilir.

​Bunun gibi dosyalar küllerin altındaki ateştir ve ihtiyaçları olan tek şey birisinin onlara üflemesidir. Bu durumda da küllerin yeniden alev alması için Ortadoğu'nun özelliklerini değiştiren ve hâlâ da değiştirmeye devam eden Filistin davasından daha iyisi yoktur. Filistin davası geçmişte ordunun birden fazla Arap başkentinde iktidara yerleşmesi, her şeyi yok eden uzun savaşlar, dava sahiplerinin uğradıkları dünyevi acizliğin ifadesi olan 1967 yenilgisinden sonra Filistin ‘diasporasının’ aktif katılımıyla yayılan ‘kökten dinciliğin’ kökleşmesi gibi olguları ortaya çıkararak Ortadoğu’nun çehresini değiştirdi.

Kökten dinciliğin kök salmasına yardımcı olan isimlerden bazılarını bilmek isteyenler, aralarında Abdullah Azzam ve Zerkavi’nin de bulunduğu pek çok ismi hatırlamalılar. Kuruluşunun başlangıcında, Filistin'in özgürleştirilmesinden önce ‘birleşik bir İslam devletinin kurulması’ gerektiğine karar veren Hamas da kökten dinciliği kökleştirenlerden biri. Pek çok çalışma, ‘Filistin kökten dinciliğinin’ ortaya çıkışını, açıkça tüm Filistinlilerin topraklarından sürülmesini talep eden Yahudi kökten dinciliğinin doğal bir sonucu olarak açıklıyor.

Bu nedenle yerel ve bölgesel düzeyde yansımaları olabilecek bir dönüm noktasıyla karşı karşıya bulunuyoruz. Bazı güçler de yayılmacı ajandalarını ‘büyük çalkantılar’ üzerinden gerçekleştirmeye çalışıyorlar. Hatta bu sayede ‘nükleer bir güç olmaya geçiş’ fırsatını da yakalayabilirler! Tüm bunlar tehlikelerinin farkında olmadan, hoşnutsuz Arap kamuoyu tarafından kabulle karşılanacak. Aynı zamanda medyada Filistin davası adına vatandaşları memleketlerini düşünmekten uzaklaştıran içerikler paylaşılıyor. Uluslararası düzeyde ise şu anda çatışmaların patlak vermesi açısından daha kötü bir zamanlama olamaz. Bir yanda Doğu ile Batı arasındaki büyük anlaşmazlıkların tasfiye edildiği Ukrayna-Rusya savaşı, diğer yanda Sudan'da yerel bir savaş var. Bunlara ek olarak su haklarından silahlara kadar Arap çıkarları baskılara maruz kalıyor. Bazıları rasyonel düşünmeyle hiçbir ilgisi olmayan ‘zamanın sorunları çözeceği’ umuduna kapıldıklarından, şu ana kadar bu huzursuzluk dalgasıyla mücadele edecek organize bir çaba ve tam bir farkındalık göremedik.

Son söz; uluslararasılaşmanın tezahürlerinden biri, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nde alınmış makul bir BM kararının yokluğunun gölgesinde, tüm Batılı yetkililerin İsrail başkentine akın ederek destek sözü vermeleridir.