Abdurrahman Şalkam
TT

Tarihin pası ve yankısı

Karl Marx “Tarihte olaylar ilkinde trajedi, ikincisinde komedi olarak tekerrür eder” der. Bu ifadeyi şiddetle reddedenler var ve filozof Karl Marx’ın ifadeleriyle çelişip insanların hayatlarında tanık oldukları eski ve yeni çeşitli gerçekleri bunun delili olarak gösterirler. Tarih çoğu zaman tekerrür etmez. Barışta ve savaşta insani yardım çalışmalarına yönelik yenilenen yetenekler var. Günümüzün üretim araçları, tüm alanlardaki bilgi ve teknolojiler gibi müthiş bir şekilde ilerlemektedir ve her saat başı, hatta daha kısa bir sürede yeni tarihler üretmektedir. Geçmişte geri kalmış ülkeler arasında sayılan ve önemli bir rol oynamayan ülkeler, bugün barışta ve savaşta oldukça önem verilen güçler arasında yer almıştır. Çin, Hindistan, Güney Kore, Kuzey Kore, Brezilya ve İsrail gibi ülkeler buna örnektir.

Milyonlarca olay gelip geçti, geçerliliğini yitirdi, unutuldu ve artık insanların ya da kitapların hafızasında yer almıyor. Bununla birlikte halkların hafızalarına ve zihinlerine kazınmış olaylar da var. Bu bakımdan tarih, geçmişin nehir ve deniz selini içinde tutan bir sünger gibidir. Düşünürler, filozoflar, politikacılar ve askeri liderler derin bir geçmişi içinde barındıran bu süngeri sıkar ve ondan akan damlalardan barışı, kalkınmayı ve ilerlemeyi sağlayan projeler kuran düşünsel yükler oluştururlar. Buradan akanlar aynı zamanda içinden uzun ve kısa savaşlar ve çatışmalar dökülen kan nehirleri de olabilir.

Tarih geçmişte kalmış ve unutulmuşlar mezarlığında terk edilmiş olaylarla doludur. Bugün dünya nüfusu, yeryüzünde hareket eden yaklaşık 8 milyar insandan oluşmaktadır. Aralarında her yetişkin, her gün, hatta her saat çeşitli alanlarda işler başarır fakat çoğunun yaptığı her şey kağıda yazılmadan, hatta başkalarının hafızasında bile yer etmeden onlarla birlikte mezara gider. Tarih de bu evrendeki her şey gibi yıllar geçtikçe paslanır, aşınır ve yok olur. Sadece bir kısmı varlığını sürdürür ve bugünü harekete geçiren ve milyonlarca insanı çoğu zaman çelişkili seçimlere yönelten bir güç yaratan bir yankıya sahip olur. Yüzyıllar önce yaşamış ve var olmuş şahsiyetleri ve olayları insanlarla birlikte günlük yaşamlarında varlığını sürdürürken buluruz. Sokaklar, okullar, hatta şehirler bu kişilerin adlarını taşırken kimileri de çeşitli kademelerdeki eğitim müfredatlarının kitaplarını süslerler. Arap ülkelerimizde tarih, kolektif hafızadan asla eksik olmayan, yaşayan bir varlıktır. Yazılı, işitsel ve görsel medya, geçmiş olayların ve kişiliklerin sahnesi haline gelmiş geniş bir alandır. Dünyanın çeşitli ülkelerindeki eğitim ve medya araçları için de aynı şey söylenebilir.

Tarihin pası çoğu zaman mitlerin çıkarılıp halkları sinirlendiren ve onları kanlı savaşlara sürükleyen harekete geçirici bir güce dönüştürüldüğü bir maden olmuştur. Tarihin zehirli pası, eski çağlarda yaşanmış şeylere eklenen mitlerin sularıyla yoğrulur. Irk, ateş yakmak için kullanılan bir çakmaktır. Nazilerin Almanya’da yaptığı buydu. Vatan büyüklüğündeki bir hapishane hücresine düşünen, yaratıcı ve üretici halkın potansiyelini yığdılar. Tarihin pası ile yüklü halklarını ve bir yanılsama olarak çağrılan Aryan ırkını, uydurma Asya geçmişinin derinliklerinden kanlı acılar içerisine sürüklediler. Naziler dünyayla savaştı ve dünyaya korkunç bir kanlı tablo bıraktılar. Almanya tahrip edildi, insanlık milyonları kaybetti ve Hitlerin sonu sığınağında intihar etmek oldu. Öte yandan İtalyan faşizmi geçmiş yüzyıllarda yaşananları geri çağırdı. Benito Mussolini, bir zamanlar dünyanın yaklaşık üçte birini yöneten Roma İmparatorluğu’nu, Roma selamından askerlerinin adımlarına kadar yeniden canlandırarak bu uğurda hayalini gerçekleştirmek için yazarları, şairleri ve hatta din adamlarını emrine amade kıldı. Libya’ya karşı bir soykırım savaşı başlattı, toplama kampları kurdu ve Libya’yı İtalya’nın dördüncü sahili olarak adlandırdı. Etiyopya’yı, Eritre’yi ve Arnavutluk'u işgal etti, Yunanistan’ı işgal etti ve İtalya’yı bir krallıktan Roma imparatorluğuna dönüştürdü. Gelgelelim Faşist tarih rüyasının pası yok oldu. Faşist Roma İmparatorluğu, tarihi Roma rüyasından geriye hiçbir şey bırakmayan bir yenilgiyle yıkıldı. Mussolini’nin sonu Milano’da metresi Claretta Petacci ile birlikte bacaklarından asılmak oldu.

Bilim, felsefe ve din, eski çağlardan beri insanın gerçek gücünü oluşturmuştur. Kalkınma ve ilerleme yolunda insan yeteneklerini harekete geçirmiştir. Bu yetenekler hala yenilenen bir yankıya sahiptir. Zihinleri keskinleştirir ve onları yaratıcılığa ve buluşlara iter. Avrupa Rönesansı’nın başlangıcından günümüze düşünce ve teknoloji alanlarına ek katkılar yağmaktadır. İnsanların refaha doğru ilerleme, hastalıklara karşı direnci sağlama ve ilaç üretimi noktasında yapabileceklerini artırmak için laboratuvarlarda bilimsel araştırmalar durmaksızın devam etmektedir. Ama hala en büyük ve en tehlikeli hastalık, sanki insanların kafasında yaşayan kronik bir salgınmış gibi patlak veren savaşlardır. Birçok düşünür ve siyasetçi, birinci ve ikinci dünya savaşlarının, insanlığın kaybettiği on milyonların ve dünyada yalnızca birkaç ülkenin kurtulabildiği yıkımın ardından dünyaya barışın hakim olacağına inanıyordu. Birleşmiş Milletler (BM), dünyadaki tüm halkları kapsayan küresel bir barış organı olarak kurulmuş ve birinci ve ikinci facialar sonucunda insanlığın yaşadığı en büyük trajediden doğmuştur. Ancak geçmişin pası ve kronik bencillik, şiddet, tahakküm kibri ve öldürme salgını da hala var ve bugün dünyanın farklı yerlerinde gördüğümüz ve yaşadığımız her şeyin de gösterdiği gibi, bu hastalığın tedavisi yoktur.

Bugün dünya Gazze topraklarında gördüklerini tüm duyularıyla yaşıyor. Bu, milyonların daha önce hiç yaşamadığı bir şey. Medya aracılığıyla dünyanın her köşesine canlı görüntülerle aktarılan katliamlar... Tarihin pası, gerek büyüğe gerek küçüğe acımayan bir ölüm makinesine dönüştüğünde, geçmişin pas ve mitlerinin tozuyla dolu kafalarda insanlık kelimesinin hiçbir varlığının kalmadığını gösteriyor. İnsanlık trajedileri, tarihin daha önce tanık olmadığı çılgınlık derecesindeki tüm kanlılığıyla toplandı.