Güney Afrikalı büyük romancı Alan Paton ‘Ağla Sevgili Yurdum’ adlı ölümsüz romanını yazdığında ülkesinin siyasi çevrelerinde büyük bir deprem etkisi uyandırdı. Zira ırk ayrımcılığına dayalı Apartheid rejimini benimsemiş olan ülkeden beyaz bir yazarın yazdığı bu roman, ilkeli bir duruş sergiliyordu. Bu romanda Paton, ülkesindeki ırkçılığa eşi benzeri görülmemiş bir şekilde keskin ve şiddetli bir eleştiri yöneltiyor. İlk kez 1948 yılında yayımlanan bu romanın büyük bir başarı elde etmesinden sonra onun kadar önemli ve başarılı bir başka roman daha yayımlandı: ‘Ah, Ama Sizin Ülkeniz Çok Güzel’.
Paton’un ülkesinin ırkçı politikasına yönelik keskin eleştirisini sürdürdüğü bu ikinci roman da şok etkisi oluşturdu.
Bizzat ilgili gruptan (ki bu örnekte Güney Afrika’daki beyaz nüfustan) gelen eleştiriler, şüphesiz çok daha etkili ve güvenilir oluyor.
Bunu, İsrail’in Batı Şeria’da ve Gazze’deki Filistinlilere uyguladığı öldürme ve yok etme politikalarını güçlü ve son derece tarafsız bir şekilde eleştiren meşhur Yahudi ve İsrailli isimlerin dile getirdiği önemli ve cesur görüşleri takip ederken hatırladım.
Mesela Irak kökenli bir Yahudi olan İngiliz-İsrailli tarihçi Avi Shlaim. Prestijli İngiliz Oxford Üniversitesi’nde tarihçi olarak görev yapan Shlaim’in, Siyonizm’e ve İsrail’in Filistinlilere karşı muamelesine eleştirel yaklaşması ve üzerine Siyonist anlatının inşa edildiği pek çok efsaneye ve yalana açıkça meydan okuması oldukça önemli.
Birleşik Krallık’taki Exeter Üniversitesi’nde çalışan bir başka seçkin İsrailli tarihçi de bu konuda onunla hemfikir. Bu tarihçinin yayımladığı çok önemli bir eserin başlığı da en az eser kadar önemli: ‘Filistinlilere Karşı Etnik Temizlik’.
İçeriğini başlığına bakarak tahmin edebileceğimiz bu kitap, sürekli olarak ana Siyonist anlatının yalanlarını çürütmektedir.
Bir diğer örnek de siyaset bilimci ABD’li Yahudi Norman Finkelstein. Holokost’un ve İsrail-Filistin çatışmasının siyasi istismarı alanında uzmanlaşmış olan Finkelstein’ın ebeveyni, Holokost’tan kurtulanlar arasında. Bu yüzden de görüşleri, ayrı bir öneme, değere ve güvenilirliğe sahip. Finkelstein, İsrail’in ve Siyonist projenin en önemli eleştirmenlerinden biri kabul ediliyor.
İsrail’in en önemli ve etkili gazetesi Haaretz’de yazan Gideon Levy de etkili görüş sahiplerinden biri. Levy, genel olarak İsrail’deki aşırı sağ politikalara, özel olarak da Binyamin Netanyahu’nun yolsuzluğuna, zulmüne ve Filistinlilere yönelik baskısına karşı sert duruşlarıyla tanınıyor.
Elbette cesur, hukuki ve ilkeli bir tavır sergileyen, radikal akımlara karşı çıkan, hain ve Yahudi düşmanı olarak ilan edilen çok sayıda İsrailli ve Yahudi var. İsrail’in kanlı politikalarını eleştiren başka kişiler gibi bu kişilerin de antisemitizmle itham edilmesi şaşırtıcı olmayacaktır.
Aslında Binyamin Netanyahu’yu ve onun radikal grubunu eleştirme cesareti gösterenler, çok zorlu bir görevle karşı karşıya. Zira karşılarındaki sadece, yolsuzluk suçlamalarıyla kuşatılmış, şeytanla iş birliği yapmaya ve iktidarda kalma uğrunda kendisinden isteneni yerine getirmeye hazır olduğu anlaşılan bir adam değil. Bu adam aynı zamanda, kendisinin Yahudi dinine ait bir kehanetin gerçekleşmesine vesile olduğuna ve iktidara gelişiyle iktidarda kalışının ilahi bir iradenin tecellisi olduğuna tamamen inanmış biri.
İşte bu noktada anlatmaya değer bir hikâye söz konusu.
1984 yılında, yani kırk yıl önce İsrail’in Birleşmiş Milletler büyükelçisi iken Netanyahu, Chabad-Lubavitch hareketinin lideri Menachem Mendel Schneerson ile tanıştı. Bu hareket, Doğu Avrupa’dan, özellikle de Ukrayna’dan yayılan en önemli Ortodoks Yahudi hareketlerinden biri. İki isim bir araya geldiğinde Schneerson, Netanyahu’ya, Netanyahu’nun Kudüs’ün anahtarını Yahudilerin Mesihi’ne teslim edecek kişi olacağını söyledi.
Haham Menachem Mendel Schneerson’a göre Netanyahu, Yahudilerin Mesihi’nin zuhuruna dair düzenlemeler için ilahi bir görevdeydi.
1994 yılında Netanyahu ilk kez milletvekili olarak Knesset mensubu olduktan sonra Menachem Mendel Schneerson, onunla New York’ta yeniden bir araya gelmiş ve ona başbakan, hatta Yahudilerin Mesihi zuhur etmeden önce İsrail’in son başbakanı olacağını söylemişti. Schneerson Netanyahu’dan, İsrail’in daha belirgin bir şekilde dinî bir devlet olmasını ve kendisine ait topraklardan vazgeçmemesini talep ediyordu. Çünkü bütün bunlar Yahudilerin Mesihi’nin zuhurunu hızlandıracaktı.
Netanyahu’nun politikaları ve ittifaklarıyla aradığı şey de bu.
Bu, bugün İsrail’in kaderine karar veren adamın zihniyetini anlamak için önemli bir arka plan. Bilindiği üzere 1994 yılında ölen Menachem Mendel Schneerson, İsrail’i hiç ziyaret etmemişti. Ancak hayatta olduğu sürece İsrail’i Netanyahu üzerinden yönetti ve görünüşe bakılırsa mezardan yönetmeye devam ediyor.