Abdulmunim Said
Kahire’de Mısır Gazeteciler İdaresi Meclisi Başkanı ve Kahire Bölgesel Strateji Çalışma Merkezi Yönetim Müdürü
TT

Bir ABD mesajı

Kader yolumu geçen hafta birkaç günlüğüne ABD’ye düşürdü. Bu sırada Ukrayna Devlet Başkanı Vladimir Zelenskiy’nin ziyareti, Gazze’de ‘insani’ ateşkes için Birleşmiş Milletler (BM) Genel Kurulu’nda oylama yapılması ve Iowa eyaletinde ilk turda partilerin adaylarının belirlenmesi için ön seçim zamanı yaklaşırken Cumhuriyetçi Parti içindeki tartışmaların bir avuç adayla sınırlı kalması gibi bazı önemli olaylara denk geldim. Bütün bunlar, dramatik gelişmelerle iç içe geçti. Başkan Biden yönetiminin Ukrayna’nın savaşı sürdürmesi için gerekli yardımı sağlayamaması, Ukrayna’nın yenileceğine dair beklentileri artırdı. Buna ek olarak ABD’nin veto hakkını kullandığı Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin (BMGK) kararına bir meydan okuma gibi görünen Birleşmiş Milletler Genel Kurulu oylamasında 150’den fazla ülke derhal ateşkes ilan edilmesi yönünde oy kullandı. Bu ülkeler arasında daha önce bunu elzem görmeyen Kanada da yer aldı. BM Genel Kurulu kararının bağlayıcı olmadığı malum. Ancak ABD Başkanı’nın en yakın müttefiklerinden birine uygulanan uluslararası izolasyona tahammül etme gücü sınırlı. Ayrıca Beyaz Saray’da Ortadoğu savaşının başkanın statüsünü düşürmek yerine katkı sağlamak gibi olumlu fırsatlar yaratabileceğine dair derin bir kanı oluştu. Pek çok cephede saat tik tak tik tak işliyor. Bu sadece ABD Başkanı’nın yaşının aleyhine değil, ki bu hareketlerinde bariz bir şekilde görülebiliyor. Daha ziyade, Gazze’de can kayıpları yaşanırken ve Ukrayna ordusu taarruz saldırısında kaydettiği ilerleme noktasından geri çekilirken Trump ile karşı karşıya gelme anı aleyhine işliyor.

Kısacası Washington siyasi açıdan şimdiye kadar hiç bu kadar çalkantılı olmamıştı. Her ne kadar Biden’ın müttefikleri, Başkan’ın ekonomi konusundaki sağduyusu veya ‘Bidenomics’ olarak adlandırılan politikalarının bir sonucu olarak ABD ekonomisindeki ilerleme sahnesinin reklamını yapsalar da, halihazırda ABD’lilerin bu ilerlemeyi hissetmediği yönünde bir fikir birliği var. Elbette Trump, doğru ya da yanlış, kendi dönemi sırasında ABD’nin mutlu günlerini yaşadığını, kendisinden sonra ise sefalet ve sefillikten başka bir şey gelmediğini hatırlatarak bu fırsatı değerlendirmeyi ihmal etmiyor. Sorunlar döngüsü bu şekilde devam ederken en nihayetinde kazanan taraf içeride Trump, dışarıda ise Çin ve Rusya oluyor. Birinci zaferin sebebi, ABD dış politikasının sekteye uğramasına ilişkin tüm tezahürlerin, kendisine açılan her hukuki davasında popülerliğini artıran Cumhuriyetçi şövalye lehine olmasıyken ikinci zaferin sebebi, ABD’nin her kaybının Moskova ve Pekin için birer kazanç olması. Ya da en azından dünyayı karanlık gören ABD’lilerin düşüncesi bu yönde.

Bu durum siyasi yazar Ferid Zekeriya’yı Foreign Affairs dergisinde önemli bir yazı kaleme almaya itti. Söz konusu yazısında Zekeriya ABD’nin halen dünyanın süper gücü olduğunu hatırlatıyor. Bu önemli dergi yazısının başlığının her zamankinden daha uzun olduğu göze çarpıyor: ‘Kendisinden Şüphe Eden Süper Güç; ABD Yarattığı Dünyadan Umudunu Kesmemeli (The Self-Doubting Superpower America Shouldn’t Give Up on the World It Made)’. Yazar uzun bir liste yayınlayıp Çin, Rusya, Avrupa Birliği (AB), Japonya, Hindistan gibi kısacası ABD gücüyle rekabet etme peşinde olan gelişmiş ve orta düzey güçlere nazaran ABD’nin ekonomi, askeri ve teknoloji alanlarındaki büyük farkına dikkat çekiyor. Ancak Zekeriya’nın sunduğu etkileyici veriler, ABD yönetiminde hakim görünen kendinden şüphe ve umutsuzluk durumunu açıklamıyor. Kongre’nin gerekli yardımı sağlamaması sonucunda ABD, Ukrayna’da zafer elde edilmesini sağlayamayacak gibi görünüyor. Bu yüzden Zelenskiy, Ukrayna’nın kış aylarında bahar güneşiyle kazanılacak bir savaşa hazırlanabilmesi için ABD’ye geldi. Aynı zamanda Gazze savaşı ve Arap-İsrail çatışması konusunda Washington’ın iki devletli çözümle barışa doğru bir atılım gerçekleştirme fırsatı olduğu düşünülüyordu, ancak şu bir gerçek ki, bu savaşta olup bitenler Washington’ın istediğinin tam tersine tekabül ediyor.

ABD için Ortadoğu’daki sorun BM Genel Kurulu’ndaki yalnızlık değil, parayla, silahla, siyasi ve askeri varlığıyla İsrail’in yanında olmaya yaptığı yatırımdır. ABD’nin Ortadoğu’dan çıkmasının üzerinden uzun bir zaman geçmediği bu süre zarfında, mevcut savaşta sivillerin gözetilmesine yönelik Washington’un talebinde bir ilerleme kaydedilmediği gibi, İsrail’in ateşkesi kabul etmesine ve tabiki iki devletli çözümün onaylanmasına götürecek bir zaman çıtasının da belirlenmediği fark ediliyor. Washington, iki devletli çözümü, ‘ilişkilerin normalleştirilmesi’ ve beşinci Gazze savaşını savaşların sonuncusu kılacak bir Filistin devleti kurulmasını kapsayan bir barış yolu olarak görüyor. Ancak yaşananlar bunun tam tersini gösteriyor. Nitekim İsrail, Gazze’nin güneyine girerek bölge sakinlerini ya Mısır sınırına ya da açlık ve susuzluk nedeniyle koşulların son derece zor olduğu denize doğru itti. Ancak güneyde artan baskının İsrail’e ağır can kayıplarıyla kuzey cephesini yeniden açtırdığı görülüyor. İsrail ile Hizbullah arasındaki çatışmalar devam ederken İsrail-Lübnan sınırı kızışıyor. Yemen’deki Husi grubunun İsrail’e giden gemileri hedef alarak Kızıldeniz’de açtığı yeni cepheyi de unutmamak gerek.

Kısacası ABD’nin çabaları, savaşın küçülmesine ya da trajedileri Demokrat Parti için bir endişe kaynağı haline gelen Gazze’deki Filistinlilerin rahatlamasını sağlamadı. Tam tersine, savaşın bölgesel bir savaşa dönüşme olasılığıyla genişlemesine ve doğal olarak tam bir insanlık trajedisinin eşiğine gelmiş olan Filistinliler üzerinde daha fazla baskı oluşmasına yol açtı. Yukarıdakilerin hepsinden anlaşılıyor ki, Washington artık ne Ukrayna-Rusya ne de Filistin-İsrail cephesinde cesur ve gözüpek kararlar almaya istekli. Belki Ortadoğu’daki krizden, içine girdiği kayıptan çıkabilmek için Çin gibi küresel tarafların ve bölgesel tarafların desteğine daha fazla güvenebilir. Washington’da İsrail’in kendisinden kurtarılması gerektiğini söylüyorlar. Görünen o ki bu ABD için de geçerli.