Araştırmacı ve tarih alanında çalışmalar yürüten Prof. Raşid el-Hayyun, Sünni ve Şii perdeleriyle İslam tarihini araştırmaktan asla vazgeçmiyor. 2021 yılında el-Misbar Çalışma ve Araştırma Merkezi tarafından ‘Türk Halifeliği ve İran Velayeti’ başlıklı bir kitabı yayınlandı. Raşid Hayyun bu kitapta hem Sünni hem de Şii kanatları ile siyasal İslam hareketini ele alıyordu. Tarihsel ve dinsel referanslar açısından zengin olan bu araştırmasında dinsel inancın siyasal faaliyette kullanılması olgusunun başlangıcının kökenine iniyordu.
İslam coğrafyası erken dönemde Batı ülkeleri eliyle sömürgeciliğe maruz kaldı. Pek çok İslam ülkesini kendi bayrağı altında toplamış olan Osmanlı İmparatorluğu'nun zayıflığı, ulusal güçleri Batı'nın sömürgeci tecavüzüne karşı koymak için din ve siyaseti birleştiren bir kalkan aramaya yöneltti. Batı ülkeleri başkanlık, parlamenter veya monarşi gibi siyasi sistemler benimsemişlerdi. Batı'nın icat ettiği sistemleri benimsemek veya ithal etmekten uzakta, Müslümanların arzuladığı siyasi sistemin türünün ne olduğu sorusu İslam ülkelerindeki bazı elitleri, Batı'nın sömürgeci tahakkümünden uzakta, bağımsızlığını ve birliğini gerçekleştirmiş oluşumları inşa etmek için inanç ve tarihten fikirler çekip alan dini siyasi hareketler kurmaya sevk etti. Profesör Raşid Hayyun, kapsamlı araştırmasında hem Sünni hem de Şii kanatlarıyla İslam dünyasının yaşadığı uzun yolculuğu sunuyor.
Sünni kanatta hilafet sistemi, siyasi aktivistlerin ve fıkıhçıların Müslümanları düşmanlara karşı koyabilecek ve İslami kimliği koruyabilecek tek siyasi oluşum altında bir araya getireceğini düşündükleri siyasi formdu. Bölge aynı zamanda Osmanlı halifeliğine sadık kalarak, Batı sömürgeciliğine karşı direnişi benimseyen tasavvuf kompozisyonlu hareketlere de sahne oldu. Birinci Dünya Savaşı'nın ardından halifeliğin sona ermesinden ve Türkiye'de cumhuriyet rejiminin doğuşundan sonra seçenekler ve yollar değişti.
Osmanlı hilafetinin sona ermesinin ardından ‘Müslüman Kardeşler’ tarafından temsil edilen Sünni siyasal İslam, halifeliğin yeniden kurulması hedefiyle aktif hale geldi. Hayyun araştırmasında şöyle yazıyor:
“Kökenleri Osmanlı İmparatorluğu'nun zayıflığına dayanan ve siyasal İslam'ın öncüsü sayılabilecek bir hareketi hatırlamakta fayda var. Müslüman Kardeşler de isim ve organizasyon olarak onu, yani Senusi hareketini taklit ediyordu. Ancak söz konusu hareket faaliyetine devam etmedi ve artık siyasetle ilgilenmeyen bir Sufi tarikatına dönüştü. Böylece Müslüman Kardeşler onun bıraktığı boşluğu doldurdu.”
Hayyun araştırmasında şunları yazıyor:
“İlk başlangıçları, diğer tarikatlardan farklı olarak, kurucusu Muhammed bin Ali es-Senusi'nin (1778-1859) eğitim gördüğü Mekke'de 1837 yılında, ardından 1843'te Libya'da bir Sufi tarikatı olarak ortaya çıktı. İbnü's-Senusi'nin tarikatını kurmasındaki motivasyon, Osmanlı İmparatorluğu'nun zayıflığı ve İslam halifeliği için Senusi'nin arzuladığı yolun dışında bir yol izlemesi idi.”
Dr. Raşid Hayyun, ‘Türk Halifeliği ve İran Velayeti’ adlı kitabında, İslam dünyasındaki ilk dini siyasi örgüt olarak kabul ettiği Senusi hareketinin gelişimi hakkında kısa bir sunum yapıyor ve ardından Mısır'da ortaya çıkan Müslüman Kardeşler hareketinin ismini ve organizasyon şeklini ondan aldığını ifade ediyor. Senusi hareketi Senusi Kardeşliği olarak biliniyordu ve resmi adı buydu. Libya'daki çöl kabilelerini örgütlemeye çalışmış, davetinin başarıya ulaştığı her şehirde bir zaviye kurmuş, İslam'ın olduğu her yerde evrensel olmaya çabalamıştı. Pagan olarak bilinen, dindar olmayan Afrika kabilelerini İslam'a davet etmeyi görev edinmişti. Daha sonra Senusi Kardeşliği hareketi, Libya'daki İtalyan işgaline karşı durmuştu.
Aslında Senusi Kardeşliği hareketi, siyasi veya sufi olmayan dini bir reform hareketi olarak başladı. Şeyh Muhammed bin Ali Senusi el-Hattabi el-Mustağanemi, ‘İkazu’l vesnan fil-amel bi’l-hadis ve’l Kur’an’ kitabını yazdı. Mısır ve Hicaz'a giderken Libya'yı ziyaret etti ve burada ileri gelenler tarafından kabul edildi. Senusi hareketi Afrika'da İslam'a daveti benimsedi, ardından Afrika'nın bazı bölgelerinde ve akabinde Libya'da sömürgeciliğe karşı direnişe öncülük etti. Hareket üretime, bilime ve cihada dair bir yaklaşım sundu. Her yönüyle hayat için model oluşturan bir hareketti. Dr. Raşid Hayyun, 1928 yılında Mısır'da kurulan Mısır Müslüman Kardeşler hareketinin ‘Senusi Kardeşliği’ hareketi ile bağlantısını kitabında detaylandırıyor. Ancak Senusi Kardeşliği hareketi ortaya çıktığında iktidara ulaşmayı amaçlamıyordu, daha ziyade dini bir reform hareketiydi.
Politika, din, tarih ile bölgesel ve uluslararası değişkenler insan yaşamının gidişatını belirleyen değişmez faktörlerdir. Geçmişi, içindeki her şeyle veya bir parçasıyla birlikte geri çağırmak, siyasi huzursuzluk ve iktidar hırslarının hakim olduğu durumlarda yaşanır. Beklenen Mehdi inancı Şiilerin yanı sıra bazı Sünniler tarafından da paylaşılır. Nitekim Sudan'da Mehdîlik hareketi ortaya çıkmış ve Muhammed Ahmed el-Mehdi kendisinin beklenen Mehdi ve Hz. Peygamber’in soyundan olduğunu duyurmuştu. Daha sonra 1945 yılında Sadık bin Abdurrahman Mehdi tarafından kurulan Sudan Ümmet Partisi ortaya çıktı. Mehdilik bir süreliğine yaşayan bir Sudan devleti kurdu ve sahibi Sünni olmasına rağmen zamanın sahibi olarak anıldı. Sudan'daki ‘Ensarullah Mehdileri’ siyasetle tasavvufu birleştiren Senusi hareketinden etkilendiklerini gizlemediler. İlk Mehdi'nin torunu Sadık Mehdi ise Ayetullah Humeyni'yi destekledi ve ona olan hayranlığını yineledi.
Şiilerin de dini tarihle uzun bir bağları var ve tarihin farklı aşamalarında siyasi alanda ektikleri tohumları buradan topladılar. Gizli imam ve beklenen Mehdi fikri siyaset alanından hiç eksik olmadı.
Dr. Raşid Hayyun, İmamcı Şii doktrininin doğuşu ve siyasi boyutu hakkında ayrıntılı bilgi veriyor. Hayyun, Salim bin Kays el-Hilali'ye atfedilen ‘Ehli Muhammed’in Sırları’ kitabında imametin Ali bin Ebu Talip'e ilahi bir emirle verildiğini ve bunun bir nas olduğunun yazıldığını belirtiyor ve ekliyor:
“Muhammed bin Yakup el-Kuleyni, İmamiye Şiileri arasında Hz. Peygamberin hadislerini kaydeden ilk kişi sayılıyor. İmamiye Şiiliğinin ilkeleri tevhit, peygamberlik, söz, imamet ve adalettir. Ehli Muhammed’in Sırları kitabında velayetin Ali bin Ebu Talip'e, oğulları ve 12. torunu beklenen Mehdi'ye kadar torunlarına ait olduğu belirtiliyor. İmamet hakkında çok şey söylendi ve Şii alimler bu konuda görüş ayrılığına düştüler, bazıları kendisinden bahseden hadislerin doğruluğunu sorguladılar. Amil Dağı şeyhlerinden biri ve Safevi sarayında aktif bir isim olan Ali Abdul’al el-Karaki, bazıları tarafından velayet-i fakihe veya imamın vekilliğine işaret eden ilk kişilerden biri olarak kabul ediliyor.”
Ahmed el-Naraki’den çok daha önce buna işaret eden Karaki şöyle der:
“Yoldaşlarımız adil, fetva şartlarını yerine getiren ve şeriat hükümlerinde müçtehit olduğu ifade edilen imamı fakihin, imamın yokluğunda vekilliğin geçerli olduğu, her şeyde onun vekili olduğunda fikir birliğine varmışlardır.”
Böylece Naraki, ‘Evâid el-Eyyam’ adlı kitabında, kendisinden sonra gelenlerin, vekilin ümmete liderlik etmesini sağlayarak gizli İmam kompleksini aşmak için kullandıkları bir içtihat sundu.
İsmaili Şii devletler tarih boyunca var oldular ve aralarında en önemlileri Fatımi devletiydi. Bugün, imamlık kuralının Şii doktrinine göre somutlaştırılmasında, yol gösterici fakihin liderliğindeki Şii İran Cumhuriyeti'ni bir model olarak görenler var. Diğer yandan Türkiye Cumhuriyeti'ni Sünni siyasal İslam'ın hedefinin gerçekleşmesi olarak gören bazı Sünni sesler de görüldü. Siyasal İslam hem gizli hem de mevcut. O başka bir Mehdi olabilir mi?