Gazze savaşına girmenin Husi milislerine bir faydası var mı?
Hayır yok. Yemen içinde ve bölgesel düzeyde saldırgan mezhepçi bir milis gücü olarak kötü imajını değiştirebilecek propaganda haricinde - ki bu tür kazanımlar da geçicidir- siyasi açıdan savaşa girmek kendisi için maliyetlidir.
Washington'u hedef almanın Husilere meşruiyet kazandıracağı yönündeki propagandaya gelince, bu elbette doğru değil, zira daha önce el-Kaide, DEAŞ ve Somali’de eş-Şebab da Washington’u hedef alıp saldırmış ve bu onlara herhangi bir meşruiyet kazandırmamıştı. Öte yandan 2001’deki hava saldırıları sonucu Afganistan’dan kaçan el-Kaide ve emirliği devrilen Taliban’ın aksine, Husiler son sınırlı askeri saldırılar sonucunda iktidarını ve gücünü kaybetmeyecek. Ancak takibat ve yaptırımlara maruz kalacak, kötü durumu daha da kötüleşecek. Kızıldeniz'de uluslararası seyrüsefere yönelik tehditleri yalnızca Batı ticaretine ve İsrail'e değil, aynı zamanda Mısır, Suudi Arabistan, Körfez ülkeleri, Irak, Hindistan ve Çin'e de zarar verdi. Seyrüseferin güvenliği acil bir konu haline geldi ve pozisyonları ne kadar farklı olursa olsun taraflar arasında bu konuda bir fikir birliğine varıldı. Bu ülkelerin hepsi katılmasalar bile, Husilere karşı uluslararası bir koalisyonun oluşturulmasından faydalanacak. İsrail'in Kızıldeniz üzerinden nakliyat ve ticaret hacmi Körfez grubuyla karşılaştırıldığında dahi küçük kalıyor. Endişenin daha tehlikeli nedeni, İran'ın Husiler üzerinden küresel açıdan hayati öneme sahip bir boğaz olan Bab’ul Mendeb'i kontrol altına almasıdır. Bu, Körfez ülkeleri, Mısır ve dünya açısından endişe verici bir konudur ve hiçbir gerekçe altında bunu kabul etmeyeceklerdir. 1956’daki savaşın ve Süveyş Krizi’nin, Süveyş Kanalı'nın millileştirilmesinin ve Mısır'ın kontrolüne geçmesinin yansımaları sonucu meydana geldiğini unutmamalıyız. Aynı şekilde 1967'de İsrail ile Mısır arasındaki savaş da Kahire’nin Tiran Boğazı'nı kapatacağını açıklamasının ardından patlak vermişti.
Husi örgütü Gazze savaşına iki düzeyde müdahil oldu; birincisi, İsrail'i hedef alan balistik füze saldırıları. Bunların etkisi sınırlıydı ama Yahudi devletinin Husilere yönelmesine ve Sana'yı hedeflerinin haritasına eklemesine neden oldu. Oysa Gazze Savaşı'ndan önce, okul çocuklarına yıllardır her gün sabah toplantılarında "İsrail'e ölüm ve Yahudilere lanet" sloganı atmalarını öğretse de İsrail, bu İranlı grubu umursamıyordu.
İkinci düzey, Husilerin Kızıldeniz'deki seyrüsefere yönelik saldırılarıdır. Söz konusu saldırılar, Husilere yönelik uluslararası tarafsızlık durumunu sona erdirdi ve Batılı güçlerin kendisini tehlikeli olarak sınıflandırmasına neden oldu. Bu da Batılı ülkelerin son birkaç aydır kendisine karşı başlattıkları diplomatik açılımı yarıda bıraktı. Unutmayalım ki bundan önce de Washington, Berlin ve Londra, müttefikleri Suudi Arabistan'a silah ve mühimmat tedariki, istihbari bilgi sunumu konusunda kısıtlamalar getirerek Husilere dolaylı olarak yardımcı olmuşlardı.
Riyad ise başka bir yolda ilerledi. Husilerle yeni ilişkisini ve sınır ötesi savaşı sonlandıran barış projesini sürdürdü. Husiler de Yemen-Yemen uzlaşma projesinde oldukça mesafe kat etti. Suudiler ve Yemenliler için dünya Gazze'nin etrafında dönmüyor, onların kendi savaşları var ve öncelikleri kendi çatışmalarını ve anlaşmazlıklarını bitirmek.
Aslında Husilerin Hamas ile birlikte savaşa girmesi şaşırtıcı değil, çünkü Yemenli milisler, bölgesel isyancı güçlerin kullanılması ve yönetilmesi yönteminde büyük başarılar elde eden İran'a bağlı çeşitli vekillerden biri. Bunlar arasında Afgan Fatimiyyun, Lübnan Hizbullahı, Filistinli Hamas ve İslami Cihat, Pakistanlı Zeynebiyyun ve bir takım Iraklı milisler sayılabilir.
Husilerin savaşa dahil olması, İran'ın uzun kolu olan Lübnan Hizbullahı'nın eylemsizliğinin telafisi oldu. Taraftarları ve İsrail'in sivillere yönelik kitlesel, haksız şiddetinden memnun olmayan sokakta popüler kazanımlar elde etmesini sağladı.
Zaman içinde gelişen ve bölgesel rakiplerine karşı coğrafi olarak genişleyen İran'ın stratejisinin, genişlemesinin ve nüfuzunun yansımalarını yargılamak için henüz çok erken.
Bölgesel denklemde Tahran,1990'lı yıllardan bu yana kendisine bağlı olan Husi projesini Suudi Arabistan'a karşı hayata geçirdi. Amacı, Yemen'i tamamen kontrol altına almak ve Riyad'a karşı ek bir tehdit unsuru oluşturmaktı. Daha büyük bir denklemde Tahran ayrıca, Kızıldeniz'deki nakliye yollarına ulaşıp onları tehdit ederek, ABD ve Batı'ya baskı yapma araçlarını güçlendirmek istiyordu. Washington bunu bilmiyor değildi. En başından beri Husi rolünün doğasının ve gelecekteki olasılıklarının farkındaydı, ancak kendisi ile mücadele etmek yerine İran ile anlaşmazlığını barışçıl bir şekilde sona erdirmeye çalıştı. Tahran ile husumet durumunu sona erdireceğini ve böylece İran ile Körfez ülkeleri arasındakiler de dahil olmak üzere bölgesel çatışmalarla ilgilenmekten onu kurtaracağını umduğu Kapsamlı Ortak Eylem Planı’nı imzaladı. Ama ABD-İran uzlaşma projesi başarısızlıkla sonuçlandı ve iki taraf da başa döndü.
Suudi Arabistan, Yemen savaşında Husilere karşı çıkarak öncelikle kendisini ve Yemen'in istikrarını savunuyordu, aynı zamanda bölgesel güvenliği ve kendisi ile dünya için önemli bir arter olan Kızıldeniz'de seyrüseferi koruyordu. Bugün Riyad'ın tercihi Husiler, hatta İran ile ilişkileri sürdürmek iken, seyrüseferin güvenliği uluslararası bir mesele haline geliyor.