Abdullah Raddadi
Suudi araştırmacı ve ekonomi uzmanı
TT

Şehirleşmenin bedeli

Ekonomistler her zaman nüfus büyüklüğü ve bunun refah üzerinde ne ölçüde olumlu veya olumsuz etkisi olduğuyla ilgilenmişlerdir. Antik yüzyıllarda düşünürler ve filozoflar büyük nüfusların yoksulluğa neden olduğunu düşünüyorlardı. Platon ve Aristoteles gibi filozoflar bir toprak alanı başına sabit bir nüfus oranı önermişlerdi. Thomas More’un 16. yüzyılda yazdığı Ütopya kitabında her şehirde 6 bin aile bulunuyordu. Hatta bazı düşünürler yoksulluğu önlemek için nüfusu azaltmanın yollarını öneren kitaplar bile yazmışlardı. Bu fikirlerin -o zamanlar mantıklı görünse de- daha sonra yanlış olduğu kanıtlandı.

Geçtiğimiz yüzyılın başında nüfusun ekonomik büyümede önemli bir faktör olduğu ortaya çıktı ve Birinci Dünya Savaşı'nı takip eden yıllarda nüfus büyüdü. Dünya nüfusu savaşı takip eden 30 yıl boyunca ortalama yüzde 10 arttı, daha sonra bu oran, İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra 1960'larda nüfus patlaması olarak adlandırılan olay ile iki katına çıktı.

Günümüzde nüfus büyüklüğü ekonomik büyümenin en önemli kriterlerinden biri haline geldi. Ekonomik büyümede, nüfus büyüklüğünün belirleyici rolünün bir göstergesi olarak, işgücünü bir yatırım varlığı olarak gören “insan sermayesi” ve “insan kaynakları” gibi terimler merkezileşti. Ülkeler, bu büyümenin ekonomik, sosyal ve hatta siyasi açıdan tüm gelecekleri üzerindeki güçlü etkisini bilerek nüfus artışlarını gözlemlemeye başladılar.

Bu önem göz önüne alındığında, birçok ülkenin sosyal değişimler, beyin göçü, siyasi veya sağlık faktörleri gibi birçok faktör sonucunda yaşlılık oranlarının artmasından, hatta nüfuslarının azalmasından endişe duyması şaşırtıcı değil. Bu ülkelere örnek olarak ekonomik ilerlemenin ortak bir faktör olduğu Güney Kore, İtalya, Japonya ve Portekiz verilebilir. Bu ayrıca söz konusu ülkelerden bazılarının ekonomik ilerlemeye ve kentsel hayata geçişe yeterince uyum sağlayamadığının da kanıtı.

Örneğin Güney Kore, kadın başına 0,72 doğum oranıyla dünyanın en düşük doğum oranına sahip ülkelerinden biri ve oranın bu yıl 0,68'e düşmesi bekleniyor. Kore hükümeti bu sorunun kendisi için korkutucu bir meydan okuma teşkil ettiğinin farkında. Bu sorunun nedenleri tamamen sosyal, zira Koreli gençlerin karşı karşıya kaldıkları güçlü rekabet onları iki seçenekten birini seçmeye sevk ediyor; iş ya da aile. Bu durum kadınlar için erkeklerden daha fazla geçerli çünkü Kore'de kadınların ücretleri erkeklere kıyasla daha düşük, bu nedenle de daha uzun saatler çalışıyorlar. Bu ise hem kariyerde yükselmeyi hem bir aile kurmayı neredeyse imkânsız hale getiriyor.

Kore hükümeti 2006'dan bugüne kadar 268 milyar dolar tutarında mali teşvik sundu. Birçok şirket de çocuk sahibi olma durumunda 75 bin dolara ulaşan mali teşvikler verdi. Hatta bazıları ücretli analık ve babalık iznini iki yıla çıkardı. Ancak, özellikle çocuk sahibi olmayı reddedenlerin bir kısmının paranın aile kurmaları önünde bir engel olmadığı varlıklı insanlar olması nedeniyle, bu sorun henüz çözülmedi. Kore'deki mevcut nesil, ebeveynlerinin geçimlerini sağlamak için uzun saatler çalıştığını görerek büyüdü ve kendileri de böyle bir hayat yaşamak istemedikleri için çoğu evlenmekten kaçındı. İstatistikler, Kore'de evcil hayvan arabalarının bebek arabalarından daha fazla satıldığını gösterdi, bu ise mevcut durumun korkutucu bir göstergesi.

Hollanda'da hükümet verileri, bazı bölgelerde nüfus düşüşünün beklenen etkilerini ortaya koyarak, bu düşüşün okulların azalmasına ve boş evlerin daha fazla olması nedeniyle yeni ev fiyatlarında düşüşe neden olmanın yanı sıra, pazarlarda durgunluk ve talebin azalması gibi diğer sonuçlara yol açacağını gösterdi. Diğer bazı çalışmalar değişen demografinin bazı etkilerinin uzun vadeli bir etkiye sahip olabileceğini gösterirken, bazıları da yaş oranlarındaki değişiklik nedeniyle ürünlere yönelik talepte yakında niteliksel bir değişim öngördü.

Gelişmiş ülkelerde nüfus oranındaki düşüş, tanık oldukları şehirleşmenin bedeli olabilir. Bu ülkelerin birçoğunda iş, aileden daha önemli hale geldi. Maddi ve sosyal baskılar arttı ve iş uğruna aile kurmayı feda eden bir nesil ortaya çıktı. Ayrıca pek çok şirket, aileleri pahasına da olsa çalışanlarının verimliliğe odaklandı ve bunun sonucunda çocuk doğurmak artık birçok kadın çalışan için öncelik, hatta bir seçenek olmaktan çıktı. Bu sonuç ise ulusal ekonomilerin geleceğini etkileyerek, işgücü hariç her şeyin olduğu bir gelecek tarafından tehdit edilir hale geldiler.