1988'de Ayetullah Humeyni Irak ile savaşta ateşkesi kabul ettiğini duyurduğunda, İranlılara hitaben yayınlanan konuşmasında bu kararı "zehri yudumlamak gibi" şeklinde tanımlamıştı. Bugün İran kendisini bir kez daha sadece “zehri yudumlamak” olarak tanımlanabilecek bir kararla karşı karşıya buldu.
Bugün Tahran, stratejik bir karar vermek zorunda ve bu karar, Humeyni devriminden bu yana en tehlikeli karar olacak. Bunun nedeni, İsrail'in Şam'daki İran büyükelçiliği binasını hedef alan saldırısında aralarında Kudüs Gücü Komutanı Yardımcısının da bulunduğu yedi Devrim Muhafızları liderinin öldürülmesine karşılık vermek zorunda olması.
İran, bu yazının yazıldığı ana kadar bizzat Dini Lideri’nin "X" platformundaki hesabı dahil olmak üzere sosyal medya ve ayrıca örgütü Lübnan'da hâlâ İsrail'in saldırılarına maruz kalan ve adamları tasfiye edilen Hasan Nasrallah'ın konuşması yoluyla propagandayı kullanma yoluna gitti.
Ancak bu propaganda anlamsız ve Şam'daki Devrim Muhafızları liderlerinin öldürülmesi yerine İsrail'in bir diplomatik misyonu hedef aldığı hikâyesine odaklanma girişimine rağmen, İran bugün birçok gerçekle ve zor seçimlerle yüzleşmek zorunda.
İran'ın yüzleşmesi gereken ve kaçınılmaz olan zor gerçeklerden ilki, 7 liderin öldürülmesi ile sonuçlanan saldırının, İsrail'in İran’ın Suriye’deki varlığının içine sızdığını gösteren doğru ve dakik bilgilerin sonucu olduğudur. Bu noktada Reuters'in Suriye rejiminin askeri istihbaratından bir yetkilinin aktardığı bilgileri göz ardı edemeyiz.
İstihbarat yetkilisi şunları söylüyor: “Büyükelçiliğin yakınındaki alan, İsrail'in daha önce gözetleme ve cihazlar yerleştirmek için kullandığı binaları içeriyor. İsrail, son birkaç ayda bireyler aracılığıyla istihbarat bilgisi elde etmeye yönelik yöntemler geliştirme çabalarını yoğunlaştırmıştı."
Bu şaşırtıcı bir açıklama ve hem gözlemci hem de artık İsrail'in Şam'da Devrim Muhafızlarına yönelik benzeri görülmemiş saldırısına karşılık verip vermeme konusunda önemli bir karar vermesi gereken Tahran için pek çok soruyu gündeme getiriyor.
Dolayısıyla rejim bizzat İran'dan karşılık vererek İsrail ile açık bir çatışmaya mı girecek? Bu, Netanyahu’nun beklediği, dahası siyasi rüyası olan bir çatışmadır. Netanyahu bu çatışma ile kendisini İsrail'i bölen adam olarak gösteren zayıf imajını, İsrail’e caydırıcılık gücünü yeniden kazandıran bir "kahraman" imajına dönüştürmeyi hayal ediyor?
Peki, İran bunu doğrudan yapıp, ABD'yi Tahran ve bölgeye yönelik politikasını kökten değiştirmeye zorlayacak mı? Böylece, Humeyni döneminden bu yana kendisinden kaçınmaya çalışan, vekalet savaşlarıyla yetinen İran rejimi için maliyetli olacak gecikmiş çatışma patlak verecek mi? Yoksa Tahran, vekilleri, özellikle de Hizbullah aracılığıyla mı karşılık verecek? Hizbullah aracılığı ile karşılık verilmesi, Hizbullah’ı Litani Nehri ve hatta daha da ötesine atmak, dahası siyasi kariyeri için istediği siyasi zaferi elde etmek için, Netanyahu'nun aradığı, kendisi için çabaladığı ve sabırsızlıkla beklediği bir zafer.
Kesin olan şu ki, İran'ın seçenekleri kolay değil, mesela Irak'taki milisleri aracılığıyla verilecek bir karşılık ile mi yetinecek? Yoksa sırf itibarını kurtarmak için stratejik öneme sahip olmayan bölgelerdeki İsrail tesislerini mi hedef alacak?
Yine kesin olan şu ki, İran'ın sadece itibarını kurtarmak için vereceği herhangi bir karşılık, İran'ın kağıttan bir kaplan olduğunu doğrulamakla eşdeğer olacak ve İsrail'in caydırıcılık gücünü yeniden kazandığı ve hiçbir şeyin onu Tahran'ı hedef almaya devam etmekten caydıramayacağı anlamına gelecek. Dolayısıyla İran'ın seçenekleri sınırlı ve bunların hepsi onu ikinci kez “zehri yudumlamaya” yönlendiriyor.