2012 yılıydı. Kudüs Gücü komutanı Kasım Süleymani, Tahran'da Yahya Sinvar adında bir Hamas yetkilisini kabul etti. Gözlemciler, İranlı general ile "İhvan" ve güvenlik geçmişine sahip Filistinli ziyaretçinin kimyalarının hızla uyuştuğunu söylüyorlar. Toplantının her iki adamın da diğerine güvenebileceğini hissetmesi ile sona erdiğini ekliyorlar. İran'ın Filistinli ziyaretçiye verdiği destek garip değildi. 2006 yılında Hamas lideri Mahmud ez-Zahar, Filistin Otoritesi’nden ayrılmayı seçen Gazze'de maaşların ödenmesi için Süleymani ile yaptığı görüşmeden 22 milyon dolar tutarında mali destekle dönmüştü. Ancak Süleymani ile Sinvar arasındaki iş birliği, özellikle Sinvar'ın Gazze Şeridi'nde Hamas’ın başkanlığını üstlenmesinden sonra büyük bir program haline gelecekti. Çeşitli haritalardan gönderilecek füze ve insansız hava araçları yağmuru aracılığıyla İsrail'in belini kıracak “büyük bir saldırı” projesine dair söylentiler çıkacaktı.
Sinvar, İbraniceyi ve "işgalin güçlü ve zayıf yönlerini" öğrenmek için kullandığı 20 yılı aşkın bir süre İsrail hapishanelerinde kaldıktan sonra 2011 yılında serbest bırakıldı. Süleymani'nin Sinvar’da dikkatini çeken şey de işgal hakkındaki bu bilgisiydi. Süleymani, Sinvar'a silahlar ve bunları üretme kapasitesi konusunda cömert davrandı. Bu nedenle Gazze'deki mevcut tablo o toplantının izlerini taşıyor. Hamas, özellikle Sinvar döneminde, İran ile ittifak yolunu seçmeden önce, Fethi Şikaki liderliğindeki İslami Cihat Hareketi bu yolu daha erken bir dönemde seçmişti ve hâlâ da bu yolda.
Gazze'deki mevcut tablo, Arap-İsrail çatışmasında, özellikle de ana halkası olan Filistin halkasında, birkaç çalkantılı on yılın izlerini taşıyor. Başkan Joe Biden'ın İsrail'in Gazze savaşını durdurma planını duyurması ve ABD'nin Mısır ve Katar iş birliğinde planın uygulanmasında garantör rolü oynamaya hazırlanması, çatışmaları dizginleme ve onları durdurma çabalarında ABD'nin rolüne yeniden ışık tutuyor. Hamas'ın plana vereceği nihai yanıtın beklenmesi ise, Filistin-İsrail çatışmasının son yıllarda İran'ın parmak izlerini de taşıdığını hatırlatıyor.
Ortadoğu'da Amerikan gölgesinin varlığı oldukça güçlü. Mısır kuvvetleri 1973 yılında “Bar Lev Hattı”nı geçtiğinde İsrail varoluşsal bir tehditle karşı karşıya olduğunu düşünüyordu. ABD müdahale etti ve sahadaki güç dengesinin dengelenmesine katkıda bulundu, böylece müzakere çıkmazdan kurtulmanın tek seçeneği haline geldi. Henry Kissinger, Mısır ve Suriye cephelerinde savaşı durduran anlaşmaları bu şekilde sonuçlandırdı. Enver Sedat'ı 1977'de barış arayışıyla İsrail meclisi Knesset'i ziyaret etmek gibi eşi benzeri görülmemiş dramatik bir adım atmaya iten nedenlerin başında da ABD'nin kırmızı çizgisi geliyordu.
Elli yıl sonra Yahya Sinvar'ın güçleri elektronik duvarı aştı ve İsrail yine varoluşsal bir tehditle karşı karşıya olduğunu düşündü. ABD, çatışmanın yayılmasını önlemek için filolarını gönderdi, İsrail ile İran arasındaki karşılıklı saldırıları kontrol etti ve ardından İsrail'in Refah'ı tamamen işgal etmesine karşı çıktı. Savaşan iki tarafa müzakere yoluyla bir çıkış yolu aramaktan başka seçenek bırakmadı.
1979 yılının Ortadoğu’nun hayatında ve aynı zamanda Filistin dosyasında en önemli ve tehlikeli yıllardan biri olduğunu söylemek abartı olmaz. O yıl Humeyni devrimi Şah rejimini devirmeyi başardı. Devrim dünyanın karşısına benzeri görülmemiş bir sahne ile çıktı. Tahran'da ülkelerinin büyükelçiliğinde çalışan Amerikalılar orada rehineye dönüştürülmüştü. Amaç “Büyük Şeytan”ın imajını zedelemek ve onu bölgeden kovmaya çalışmak ya da en azından onu bölge ülkelerine bağlayan bağları tehdit etmekti. Devrim bölgenin karşısına ise Tahran'daki İsrail büyükelçiliği binasından İsrail bayrağının indirilmesi ve yerine Filistin bayrağının dikilmesi ile çıktı. İran, aynı yılın Mısır-İsrail barış anlaşmasının imzalanmasına ve Mısır'ın İsrail ile çatışmanın askeri tarafından fiilen ayrılıp ABD ile ittifaka geçişine sahne olmasından da oldukça yararlandı.
Burada parmak izlerinin hepsini saymak için yeterli yerimiz yok. Yaser Arafat'ın Beyrut'tan çıkışı ABD’nin gözetiminde gerçekleşti, ardından ABD Oslo Anlaşmaları’nı tasarladı ve şimdi de Filistin meşruiyetinin bir rol üstlenmesinde diretiyor. Karşı tarafta İran'ın parmak izleri de çok; Oslo Anlaşmalarını baltalamak, ikinci Filistin İntifadasını militarize etmek, Hamas'ın Gazze'deki yönetimini desteklemek, Sinvar ile iş birliği yaparak Aksa Tufanı saldırısı için gerekli koşulları sağlamak.
Aksa Tufanı İsrail'e benzeri görülmemiş bir darbe indirdi. Netanyahu hükümeti buna Gazze halkına benzeri görülmemiş bir felaket yaşatarak karşılık verdi. Ancak ne Sinvar'ın darbesi ölümcül oldu, ne de Netanyahu'nun tepkisi bu türdendi. Kanlı sahnelerin ortasında Arap ülkeleri ve Suudi Arabistan’ın çabaları, iki devletli çözüm konusunun bölgeye yakın ve uzak hükümetlerin gündemine girmesini sağlamayı başardı.
Biden'ın önerisi, çatışmanın her iki tarafını da alternatifi olmayan zor bir seçimle karşı karşıya bırakıyor. Netanyahu, Bar Lev Hattı günlerinden Tufan gününe kadar İbrani devletini kurtarmada ABD'nin belirleyici rolünün izlerini unutamaz. Artan uluslararası izolasyonu görmezden gelemez. Öte yandan Sinvar, Gazze Şeridi'ndeki yeni Nekbe'nin izlerini görmezden gelemeyeceği gibi, İran'ın Tufan’ın koşullarını oluşturmaktaki parmak izlerini, Lübnan, Husi bölgeleri ile diğer bölgelerden başlatılan destek savaşlarındaki rolünü de unutmuş gibi yapamaz. Netanyahu, Filistin devletine verilen yaygın uluslararası desteğin ortasında savaştan vazgeçebilir mi? Sinvar, Gazze Şeridi'ni İsrail'e karşı askeri mücadelenin dışında bırakacak bir anlaşmayla rehineleri serbest bırakabilir mi? Hamas, Ürdün'den sokulma hayalinin uzak bir hayal olduğunun netleşmesinden sonra ileride Batı Şeria'dan sokulmayı mı hayal ediyor?