Bir gün Saddam Hüseyin adındaki adam büyük ve çok tehlikeli bir karar aldı. Kuvvetlerine Kuveyt'i işgal etme emrini verdi ve uygulanmasını denetlemek üzere Basra'ya gitti. O gün ayrıca uçuruma doğru gidişi engellemek için kendisini arayanlara da cevap vermekten kaçındı. Irak Cumhurbaşkanlığı Sarayı'nda görev yapanlardan biri bana o zor günlerin hikayesini anlatmıştı. Tarık Aziz'in ülke liderliğinin toplantısından nasıl yüzü kararmış ve endişe dolu döndüğünü anımsadığını söylemişti. Aziz, partinin bölgesel liderlik toplantısında, Kuveyt'in ilhak edilmesi ve Irak'ın bir ili olarak görülmesi kararından doğabilecek tehlikelere dikkat çekmeye çalıştığını anlatmış. Saddam'ın tartışmalar sırasında sessiz kaldığını ve böylece orada bulunanların kararda ortak oldukları görüntüsü verdiğini eklemiş. Aziz’in sesi aşırılıkçıların sesleri arasında kayboldu ve önce Kuveyt'i, ardından Irak'ı kana bulayan ve bölgenin bedelini ağır ödediği karar böylece alınmış oldu.
Müttefiklerin, İkinci Dünya Savaşı'nın dönüm noktası olan meşhur Normandiya Çıkarmasının 80’inci yıldönümü kutlamalarını takip ederken, Irak sarayı çalışanının hikâyesini hatırladım. Nazizmin yenilgisi ile sonuçlanan savaşta Sovyetler Birliği'nin ödediği büyük bedele rağmen kutlama yapanlar Vladimir Putin'i etkinliğe davet etmekten kaçındılar. Kutlamalar, dünyanın İkinci Dünya Savaşı'ndan bu yana en tehlikeli dönemi yaşadığını doğruladı. Bugünler, Vietnam Savaşı ve Kore Savaşı'na eşlik eden iklimden, belki de ABD ve Sovyetler Birliği'ni neredeyse yıkıcı bir nükleer savaşın eşiğine getiren Küba füze krizinden daha tehlikeli.
Rusya'nın Irak olmadığını çok iyi biliyorum. Vladimir Putin de Saddam Hüseyin değil. Saddam'ın ordusunun cephaneliği, Putin baskılı Kızıl Ordu’nun cephaneliği ile ne yakından ne de uzaktan karşılaştırılamaz. Bu sefer sahne ve oyun daha tehlikeli. Bir Rus askerinin, Washington'un onayıyla Ukrayna ordusunun attığı bir Amerikan füzesiyle kendi ülkesinin topraklarında öldürülmesi hiç de kolay değil. Bir Rus askerinin, Alman yapımı bir tanktan atılan bir mermi ile öldürülmesi hiç kolay değil. Putin ve yardımcılarının nükleer silahlardan bahsetmeyi dünya masasına konan sıradan bir yemeğe dönüştürmesi kolay değil. Aynı şekilde Beyaz Saray'ın efendisinin, Rus liderinin "saygısız bir adam ve diktatör" olduğunu ve "Ukrayna'da durmayacağını" söylemesi de kolay değil. Ülkesinin, katılımcıların sanki ordusunun son dönemdeki yenilgilerine pansuman yapıyormuşçasına uzun süredir kucak açtığı Zelenskiy'nin ülkesini terk etmeye niyeti olmadığını açıklaması kolay değil.
Bir kez daha ne Putin’in Saddam Hüseyin ne de Rusya’nın Irak olmadığını biliyorum. Peki ama Kremlin’in efendisi Batı'nın çaresiz kalacağını ve onu mütevazı bir ödülü kabul etmeye ikna etmeye çalışacağını mı düşündü? Ordusu Ukrayna topraklarında ilerliyor ama Batı damarlarına milyarlarca dolar ve silah pompaladığı sürece, Ukrayna'yı teslim olmaya zorlayabilecek mi? Peki, ya NATO ülkelerinin generalleri arasında savaşçı dilin uyanması ve ne kadar geç olursa olsun Rusya ile savaşın yaklaştığı hakkındaki konuşmaları ne olacak? Peki, ya Mao Zedong’un tahtında oturan kişi, kariyerini Tayvan'ı geri alarak ya da etrafındaki boğucu kuşatmayı sıkılaştırarak taçlandırmaya karar verirse ne olacak? Dünya uçuruma doğru bu hızlı ilerlemeye dayanabilir mi? Sovyet enkazından çıkmış Rusya'ya Batı'nın kötü davrandığı inkâr edilemez. Piyonlarını abartılı bir şekilde sınırlarına doğru hareket ettirdi ve Rus generallerindeki eski kuşatılma kompleksini uyandırdı. Ama bugün dünya her türlü tehlikeye açık olan Ukrayna tuzağının içinde debeleniyor.
Nuseyrat Kampında korkunç katliam yaşandığında, Normandiya çıkarmasının 80'inci yıl dönümü kutlamalarının yankılarını takip ediyorduk. İsrail'in katliamlarını saymak artık kolay değil. Gazze topraklarında akan vahşet nehrini ifade eden kelimeleri sözlüklerde bulmak artık mümkün değil. Şimdiki Nekbe, 70 yıl önce Ortadoğu'yu depremlerin eşiğine getiren ilk Nekbe'den daha korkunç. Çok daha tehlikeli ve sonuçları daha ağır. Bu sadece, Biden’ın planının başarısızlığa uğraması ve uzun, açık bir savaş seçeneğinin ağır basması durumunda, Gazze'yi nelerin bekleyebileceğini gösteriyor. Buradaki tehlike, İsrail askeri ve güvenlik teşkilatının dört rehineyi kurtarmadaki başarısının onu bu girişimleri tekrarlamaya sevk etmesidir, zira bu dehşet ve katliamların tekrarlanacağı anlamına geliyor.
Filistin'deki durumun yeniden bir patlamaya dönüşmesinden birinci derecede İsrail'in sorumlu olduğuna şüphe yok. Oslo Anlaşmaları’ndan Arap Barış Girişimi’ne kadar, barışa açılan tüm pencereleri kapattı. Aksa Tufanı'nın bölgesel boyutu, zamanlaması, bölgedeki normalleşme süreciyle ilişkisi ve İran'ın Tufana hazırlıktaki rolüne ilişkin analizleri bir kenara bırakalım, bugün yaşanan katliamların dehşeti bu tür tartışmalara izin vermiyor.
Nuseyrat kampı katliamı korkunçtur. Eğer savaş durdurulamazsa, rehine ve esir değişimi gerçekleşemezse bunun gibi pek çok katliama tanık olacağız. Uzun ve açık bir savaş seçeneği geçerli olursa “ertesi gün” korkunç olabilir. İsrail askeri makinesi bedeli ne olursa olsun Hamas'ı ezmeyi seçerse, savaşın sınırları kontrol edilebilir mi? İsrail, direniş ekseninden Filistin parçasını kesip koparmak sürecinde ilerlerse, İsrail ile Hizbullah arasındaki angajman kurallarından bahsetmeye devam etmek mümkün olur mu? Savaş genişlerse İran ne olacak? Sinvar, Tufan’ın uzun bir savaşa yol açacağına mı inanıyordu? Bu gerçekten sınırlı bir yıpratma savaşının kıvılcımı mıydı? Uluslararası iklimin, Ukrayna treninde sonuçları ve felaketleri tahmin edilmesi zor bir uçuruma doğru ilerlediği dönemde, Ortadoğu'nun uçuruma doğru koşmasını önlemek gerekiyor.