Semir Ataullah
Lübnanlı gazeteci - yazar
TT

Saraylar onlarla dolu

Avrupa, Marine Le Pen'in kariyerini takip ediyor ve onun Avrupa'nın ilk faşist başkanı mı olacağını sorguluyor. Bu hatalı bir soru. Cumhurbaşkanı Macron'u yenerse Avrupa'nın ikinci faşist başkanı olacak çünkü insanlar İtalya Başbakanı Giorgia Meloni'nin iki yıldır bu mevkide bulunduğunun farkında değiller. Nedeni de İtalya’nın Fransa olmaması ve Avrupa’nın onu Fransa gibi bilinçsizce takip etmemesi. Ancak Avrupalılar, faşizmin İtalya'da doğduğunu ve milyonlarca Avrupalının onu takip ettiğini, her ay 30 bin İtalyan kadınının Duce'ye mektup yazarak ona evlenme teklif ettiğini veya buna benzer tekliflerde bulunduğunu her zaman unutuyorlar. Meloni, iki yıllık yönetimi boyunca oldukça sakin ve uzlaşmacı bir çalışma sergiledi. İtalyanlar arasında bölünmeye neden olmadı. Hiçbir alanda faşist bir politika uygulamadı. Siyasi eyleme ve aşırı sağa katılmak için 15 yaşında iken okulu bırakmasından bu yana gösterdiği coşkunun aksine, yönetimde sakin davranıyor, diğer partilere iş birliği için elini uzatıyor. Başbakanlığı sırasında İtalya’nın, savaşın sonundan bu yana yaşadığı sürekli siyasi çalkantıların aksine bir istikrar ve büyüme dönemi yaşadığı selefi Silvio Berlusconi'nin politikalarında köklü bir değişiklik de yapmadı.

Avrupa'yı sağcılar ve onlarla birlikte sağdan duyulan korku dolduruyor. Bu anlamda sağ, insanları çılgınlığa, savaşlara sürükleyen parti ve fikirleri ifade ediyor. Ama bugün Sayın Meloni, yalnızca geçen yıl 445 milyon turist ağırlayan bir ülkeyi yönetiyor. Partisi olan Kardeşlik Partisi'nin ilk kez iktidara gelmesinin mutluluğunu yaşıyor. Ne tesadüftür ki parti, Lübnan Kuvvetleri Partisi”nin 90 yıl önce kurulduğunda benimsediği sloganın aynısını benimsiyor; “Tanrı, Vatan, Aile”. Lübnan Kuvvetleri de o dönemde Avrupa'daki toplumsal hareketlerden, özellikle de faşizmden etkilenmişti.

Meloni'nin de aile birliğini koruma ve ahlaki kontroller uygulamak, eşcinsel evlilikler ile "uyuşturucuya izin" gibi sapmalara karşı çıkmak gibi politikaları ve inançları değişmedi.

Avrupa'daki değişim derin ve radikal. Bir yandan sağa yöneliş var, diğer yandan kadınlar tarafından yönetiliyor. Yani Avrupa’da ve özellikle de “Katolik” ülkelerde aşırılığı temsil eden kadınlar.

Feminist siyasetin en büyük sürprizi, birkaç gün önce başkentin kadın belediye başkanı Yahudi asıllı Claudia Sheinbaum'un devlet başkanı seçildiği Meksika'da yaşandı. Seçimlerdeki rakibi de bir kadındı.

Başkanlık sisteminin kuruluşundan bu yana dünya, cumhurbaşkanının erkek, eşinin ise “first lady” olmasına alıştı. Artık kadın başkan, erkek de başkanın kocası. Margaret Thatcher ve Dennis, Indira Gandhi ve kocası buna örnekti ve bu devam ediyor.