Evet, yukarıdaki soru hassas. Zira mesele savaşın çıkma olasılığı değil, savaşın genişlemesidir çünkü, İsrail'in Gazze savaşının başlangıcından bu yana Lübnan'a yönelik bir savaş yürüttüğü bir gerçek. Dolayısıyla şimdi soru şu; savaş gelişip topyekûn hale gelecek mi?
İsrail'in Lübnan'daki operasyonları hiç durmadı; güney Lübnan günlük olarak hedef alınıyor. Hizbullah liderlerine ve savaşçılarına yönelik sürekli suikastlar düzenleniyor. Hizbullah’ın ölü sayısı 500’ü aştı ve bunlar basit suikastlar değil, aksine Hizbullah’ın lider kadrosunu boşaltmaya yönelik açık bir planın sonucu.
Yaklaşık bir hafta önce, İsrail'in Lübnan'a yönelik genişletilmiş operasyonunun kaçınılmaz olarak yaklaştığı yönünde yaygın bir inanç hakimdi. Sonra ABD bunu durdurmaya yönelik yoğun çabalarda bulundu ama şimdi aynı savaş göstergeleri geri dönü. Peki Netanyahu bunu yapıp savaşı genişletir mi?
Benim kanaatimi, sizin kanaatlerinizi ve analistlerin kanaatlerini unutun ve gelin olayları soğukkanlılıkla okuyalım. Gazze Savaşı'nın başlangıcından bu yana Netanyahu'nun stratejisi net temellere dayanıyordu. En önemli temel, siyasi kariyerini uzatmak ve kendisini İsrail'in “tarihi” lideri olarak kabul ettirmek için krizden yararlanmaktır.
Her cephe, olay veya hadiseden Oslo Anlaşması öncesine dönmek için değil, daha da ileri bir hedef için yararlanmaya çabalıyor. O hedef de haritaları değiştirmek ve Filistin davasını en başa döndürmektir. Krizin başında burada yazdığım bir makalede buna karşı uyarmıştım ve bu cümleyi her zaman tekrarlayacağım çünkü Netanyahu'nun stratejisini anlamanın anahtarı bu.
Gazze'nin haritaları değişti, değişiyor ve ertesi günden değil, Gazze'nin askeri bölgeye dönüştürülmesinden bahsediliyor. Netanyahu'nun patlama tehlikesi altındaki Batı Şeria'ya nasıl yöneldiğini gördük. Bu, boyutları ne olursa olsun Filistinlilerin kazanımlarının yok edilmesi ve böylece Oslo'dan geriye kalanların ve daha fazlasının yok edilmesi anlamına geliyor.
Bugün ateşkes müzakerelerinin düğüm noktalarından biri Netanyahu'nun Mısır ile İsrail arasındaki Philadelphia Koridorundaki kontrolünün sürmesinde diretmesidir. Batı medyası Netanyahu'nun bakış açısını öne çıkarmaya başladı, bu da Mısır'la yapılan Camp David anlaşmasının ihlali anlamına geliyor.
Ürdün sınırındaki Kral Hüseyin Köprüsü olayının ardından Netanyahu, Ürdün sınırındaki Ürdün Vadisi’ne (Ağvar) baskın yaptı. Bu durum, Netanyahu’nun bu adımını yerleşim yerlerini genişletmeyi amaçlayan bir provokasyon olarak gören Suudi Arabistan başta olmak üzere Araplar arasında bir kınama fırtınası başlattı.
Ürdün Vadisi'ndeki bu provokasyon aynı zamanda 1994’te Ürdün-İsrail arasında imzalanan Araba Vadisi Anlaşmasına da tehdit oluşturuyor. Aynı zamanda Filistin devleti projesini de tehdit ediyor ve Netanyahu'nun stratejisinin, statükoyu değiştirmek için her krizden yararlanmakta, bölgedeki tüm anlaşmaları iptal etmek için, Filistin davasını sıfır noktasına döndürmekte yattığını kanıtlıyor.
Peki bu stratejide Lübnan veya güneyinin kaderini farklı kılacak bir şey var mı? Hiçbir şey yok. Bu nedenle Netanyahu'nun şimdi Hizbullah'la kapsamlı bir savaş fırsatını kaçırmayacağı aşikar, çünkü bu yukarıda da belirttiğimiz gibi onun stratejik hedeflerine hizmet ediyor.
Hizbullah'la şimdi savaşmak, statükoyu ve haritaları değiştiriyor ve aynı zamanda İran ile çatışmayı daha da kızıştırıyor. Geçtiğimiz günlerde İran'ın nükleer projesini sekteye uğratan kişinin kendisi olduğunu gururla ifade ettiği göz önüne alındığında, Netanyahu'nun istediği ve hedefi de bu.
Netanyahu tüm bunları yeni Amerikan başkanını beklerken yapıyor. Eğer Harris başkan olursa başa çıkması ve kabullenmesi gereken bir oldu bitti ile karşı karşıya kalacak. Trump’ın kazanması ise Netanyahu'nun stratejisine devam etmesi anlamına geliyor. Dolayısıyla Lübnan'daki rasyonel insanların dikkatli olması gerekiyor ama buradaki soru şu; Lübnan'da bunu anlayan rasyonel insanlar var mı?