Nasif Hitti
TT

Gazze savaşı, Lübnan savaşı ve bölge

7 Ekim'de İsrail'in Gazze'ye yönelik soykırım savaşının üzerinden bir yıl geçmiş olacak. Bu savaş, İsrail'in yüksek çıtalı ve imkansız hedeflere ulaşmak için zaman olarak ve artık mekan olarak da ucu açık hale gelen yıpratma stratejisinin bir parçası oldu. İsrail hedeflerinin temelinde Gazze Şeridi üzerinde güvenlik ve askeri kontrol sağlamak ve Hamas'ı tamamen bitirmek vardı.

Gazze “bataklığında boğulmak” İsrail'i hedeflerini küçültmeye ya da onlardan vazgeçmeden aşamalı olarak sunmaya yöneltti. Buna göre ilk aşama, Gazze Şeridi'nin kuzeyinde, herhangi bir Filistin varlığının bulunmadığı tamamen güvenli bir bölgenin kurulmasıyla başlıyor. Bu da başarılması kolay olmayan bir durum.

İsrail savaşının ilk yılının başlığı Gazze idiyse, öyle görünüyor ki, daha başlamadan önceki ikinci yılı da Lübnan başlığını taşıyor. Bu perspektiften bakıldığında, İsrail'in oradaki çeşitli ve artan askeri operasyonlarının da gösterdiği gibi, Lübnan savaş arenası Suriye'nin büyük bir bölümünü de kapsayacak şekilde uzanıyor. İran ile doğrudan veya dolaylı verilen karşılıklı caydırıcılık mesajlarının her geçen gün artması, savaşın bölgesel boyutunu çeşitli biçim ve formatlarda pekiştiriyor. Elbette bu, İsrail'in, İran'ın “nükleer savaş başlıklarına sahip olma kapasitesi" anlamına gelen nükleer eşiğe ulaşmasını proaktif olarak engellemek için İran'daki nükleer malzeme üretim veya depolama alanları gibi “stratejik hedeflere” saldırma olasılığını dışlamıyor. Bu, ABD'nin İsrail'in bölgesel bir yangını ateşlemeye katkıda bulunacak bu tür bir operasyonu gerçekleştirmesine karşı çıkmasına rağmen gerçekleşebilir.

Bu genişleyen, tırmanan ve hedefleri, doğrudan veya dolaylı olarak kendisine katılan tarafları açısından son derece karmaşık savaşın, en önemli derslerinden biri şudur; zaman unsuru tansiyonun yükselmesine katkıda bulunuyor, gerçekçi çözümlere ulaşma olasılığını zorlaştırıyor ve elbette geniş çaplı bir savaşa sürüklenme risklerini artırıyor. İsrail'in geçici de olsa savaşı durdurmayı reddetmesinin risklerini artıran üç faktör var. Birincisi, Trump'ın İsrail'in başlıca stratejik müttefiki olduğu, ona bu alanda istediği herhangi bir politikaya yeşil ışık yaktığı göz önüne alındığında, İsrail'in, Donald Trump'ın Beyaz Saray'a dönüşünün hedeflerine ulaşmasına büyük bir ivme kazandıracağına dair oynadığı bahistir. Önceki Trump yönetimi bunun kanıtını sunmuştu. Biden liderliğindeki Demokrat yönetimin, Kamala Harris ile birlikte iktidara dönmesi durumunda da İsrail hükümetiyle halihazırda olduğu gibi büyük bir çekişmeli duruma düşmeyeceğini de unutmamak gerekiyor. İkincisi, Netanyahu, bu ucu açık savaşın sağladığı fırsatı değerlendirip, istediği gibi yeni bir bölgesel düzen kurmayı arzu ediyor. Bunun da kendisinin istediği ve her zaman tekrarladığı gibi, İsrail'in bakış açısına hizmet eden bir bölgesel güç dengesi ve bölgesel önceliklere ilişkin vizyonuna dayanan savaşın sonuçlarına göre olmasını istiyor. Üçüncüsü, Netanyahu, hükümetinin Büyük İsrail'in kuruluşunu tamamlama hedeflerine ulaşmak için, mensubu olduğu dini ve stratejik aşırı sağın hem iktidarda hem de İsrail toplumundaki hakimiyetine güveniyor. Keza bu vizyona göre “iki devletli çözümün bir yanılsama” olduğunu da her zaman ve defalarca hatırlatıyor.

Çatışmayı belirli bir süreliğine durdurmak için İsrail’in hâlâ reddettiği pek çok formülün üzerinde çalışıldığı ve çalışılmaya devam edildiği doğru. Bu elbette yaşanan kötüleşmenin ve İsrail'in barış vizyonu üzerinden yeni bir oldu bitti yaratmak için izlediği soykırım politikasının devam etmesinden daha iyidir. Ancak bu sürdürülebilir bir çözüm değil, aksine yakın veya uzak gelecekte yaşanabilecek çeşitli savaşlar için sadece zaman kazanmaktır. Çözüm, sonuçta, geçmiş deneyimlerin gösterdiği gibi, mevcut durumu güzelleştirme ve gerilimi azaltma süreci olmadığı gibi, zaman ve mekan olarak açık uçlu vaatler de değildir.

Ateşkes, uluslararası ahlaki ve hukuki açıdan fiili, kapsamlı ve dolayısıyla kalıcı barış sürecini yeniden canlandırmak için fazlasıyla gerekli bir koşuldur. Ama sıcak noktaların sayısı ve süresi arttıkça Ortadoğu'yu her an çıkabilecek büyük bir yangından kurtarmak için bu süreç aynı zamanda gerçekçi bir bakış açısını da benimsemelidir. Yarına dair herhangi bir senaryo hakkında konuşmak, Arap, bölgesel, uluslararası bir girişim ve Güvenlik Konseyi aracılığıyla, kapsamlı bir ateşkesle başlayacak bir yol haritası için bugün çalışmayla başlar. Uluslararası aktörlerin isterlerse İsrail'e bunu dayatma imkânları da yok değil.

Daha sonra başta İsrail olmak üzere çatışan tarafların bu süreci devam ettirme zorunluluğunu vurgulamak için bölgede istikrar ve barışla ilgilenen tüm uluslararası aktörlerin ve ilgili bölgesel güçlerin katılacağı bir uluslararası barış konferansı düzenlemeye yönelmek gerekiyor. Bu sürecin başlığı iki devletli çözüm ve işgal altındaki Arap topraklarının işgaline son vermek olmalı. Kendisinden istenen hedeflere ulaşması için bu sürece bahsedilen konferans sponsor olmalı ve ona eşlik etmeli. Bu, başlatılması kolay bir süreç değil ve önünde birçok zorluk ve engel duruyor ama Ortadoğu bölgesinde gerçek istikrarı sağlayacak tek “gerçekçi” süreç de kendisidir.

İstikrar sadece bölge halklarının değil, Ortadoğu'nun stratejik coğrafi konumu nedeniyle komşu bölgelerin, bu düzeyde barış ve güvenlikle ilgilenen uluslararası güçlerin de yararınadır. Artık bir yol ayrımındayız. Aralıklı olarak birbirini besleyen ve birbirinden beslenen, her geçen gün daha şiddetli ve karmaşık hale gelen bölgesel kaos, savaş ve çatışmaların olduğu bir sistemin içinde mi kalacağız, yoksa çok sayıda ve büyük engellere rağmen herkesin çıkarına olan, onlara karşı katı ve kararlı bir uluslararası duruş olmadıkça devam eden soykırım savaşının taraflarının hâlâ reddettiği ulusal ve bölgesel kurtarma yolculuğunu mu başlatacağız. Bu uzun bir süreç ama alternatifi yok.