Nedim Kuteyş
Lübnanlı gazeteci
TT

Trump'ın Ortadoğu politikasının 3 ayağı

ABD Başkanı seçilen Donald Trump yönetiminin Ortadoğu'ya yönelik potansiyel dış politikasını okumak için elimizdeki tek girdiyi üç belge oluşturuyor. Bunlar, Filistin-İsrail çatışmasını çözmeye yönelik “Trump Barış Planı” veya “Yüzyılın Anlaşması” olarak bilinen plan, Arap-İsrail normalleşmesine ilişkin İbrahim Anlaşması, başkan Barack Obama yönetiminin “5+1” grubunun diğer üyeleriyle birlikte 2015 yazında İran ile imzaladığı, Trump’ın birinci döneminde daha güçlü ve iyi bir alternatif anlaşma vizyonuna sahip olduğunu iddia ederek 2018 baharında çekildiği Nükleer Anlaşma Belgesi’dir.

Yüzyılın Anlaşması: Trump'ın önerdiği ve mimarı ABD başkanının damadı Jared Kushner’in adlandırmasıyla Yüzyılın Anlaşması olarak bilinen barış planı, iki devletli çözüm yani İsrail'in yanında bir Filistin devletinin varlığı olasılığını korumayı amaçlıyordu. Plan, Filistin devletine büyük kısıtlamalar getirdiğinden Filistinliler bunun kendilerine parçalanmış ve silahtan arındırılmış bir devletten başka bir şey sağlamadığını düşündüler. Buna karşılık plan, İsrail'e Batı Şeria'nın büyük bir bölümünü ilhak etme, sınırları da dahil olmak üzere Filistin devleti üzerinde tam bir güvenlik kontrolü hakkı veriyordu. Planın açıklanmasından önce ABD’nin tek taraflı olarak Kudüs'ü İsrail'in başkenti olarak tanımasının yanı sıra 50 milyar dolar değerinde bir ekonomik teşvik paketi içermesi sebebiyle plan, sanki tüm barış planlarının tarihinin ötesine geçiyor, Filistin egemenliğinin gereklerini, ulusal bağımsızlık özlemlerini göz ardı ediyordu. Gerçekten de Trump'ın planı barışa ulaşmanın geleneksel yolları yerine ekonomik teşviklere ve güvenlik garantilerine odaklanmayı tercih etti ve bu da planın Arap ve uluslararası alanda kabul görmesini engelledi.

Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas ile başkan seçilen Trump arasındaki ilk telefon görüşmesinde Trump, savaşı durdurma ve barışı sağlama konusundaki kararlılığını dile getirdi. Bu, başkanın şu anda çabasını ve zamanını harcamak istediği Amerikan önceliğinin savaşı durdurmak olduğu anlamına geliyor.

Trump, aday olduğu dönemde yaptığı bazı açıklamalarda, iki devletli çözümün gerçekliğine ilişkin derin şüphelerini dile getirip, istikrar ve kalkınmaya odaklanarak çatışmayı kontrol altına almak ve şiddetini azaltmak için alternatif çerçevelere daha fazla yöneldiğini gösterdi. Aslında savaşın feci sonuçları nedeniyle ve Filistin ulusal projesinin kötüleşmesinin, direniş projesinin yol açtığı yıkıcı maliyetlerin gölgesinde, pek çok kişinin beklediğinden daha ziyade, “barışa karşılık refaha” dayalı bir çözüm için zemin olgunlaşmış görünüyor.

İbrahim Anlaşması: Bu ikinci ayak, Trump'ın vizyonuna göre Filistin sorununun çözümüne yönelik alışılmadık çerçevelerden ayrılmıyor. Seçilmiş başkan için barışı genişletmek, Ortadoğu'da bölgenin ekonomik ve siyasi sahnesini kökten değiştirecek yeni bir stratejik çerçeve oluşturmada çok önemli bir faktör.

Bu vizyonun merkezinde Trump'ın Suudi Arabistan öncülüğünde kapsamlı bir barış hedefi yer alıyor.

Trump'ın görüşüne göre bu gelişme, eğer gerçekleşirse, yaşanmakta olan ve başarısının ya da başarısızlığının ışığında Ortadoğu'nun ve dünyanın geleceğinin büyük ölçüde belirleneceği büyük ekonomik dönüşümler için bir kuluçka merkezi oluşturuyor. Trump, bir taşla iki kuş vurmak için “refaha karşılık barış” çerçevesine bahis oynuyor. Bu kuşların ilki, altyapı, istihdam, sağlık ve eğitim alanlarındaki büyük yatırımlar yoluyla Filistin'in ekonomik durumunun iyileştirilmesi. İkincisi, İsrail'in ortak çıkarlar temelinde bölgenin siyasi, ekonomik ve sosyal dokusuna katılımını ve entegrasyonunu garanti altına alacak çerçevelerin oluşturulması.

Nükleer Anlaşma: Trump'ın İran'a yönelik politikasında, ilk başkanlık dönemindeki politikasına göre köklü bir değişiklik beklenmiyor. Söz konusu politika, sert ekonomik yaptırımlar, Kasım Süleymani suikastı gibi doğrudan askeri baskı ile doğrudan ve açık bir savaştan kaçınma arasında bir dengelemeye dayanıyordu. Ancak Trump'ın 2018'de nükleer anlaşmadan çekilmesi ve “azami baskı” adı altında İran'a yeniden yaptırım uygulaması, seçilmiş başkanının, kendi adını taşıyan, daha güçlü ve kapsamlı olmasını arzuladığı yeni bir anlaşmaya varılması için Tahran ile müzakerelere açık olduğu gerçeğini görmemize engel olmamalı.

İran’ın nükleer bomba üretme seçeneğini açıkça benimsememesinin ışığında, eğer Trump hâlâ İran'ın nükleer güce sahip olmasını engellemeye kararlıysa, iki tarafın uzlaşma için geniş bir alanı var. Özellikle de İran'ın vekilleri Hamas ve Hizbullah’a yönelik sert saldırıların ardından bölgedeki nüfuzunun azaldığı göz önüne alındığında.

Bunlar Trump'ın Ortadoğu'ya yönelik politikasının, açıklanan içeriklerinden uzaklaşmayacağı  üç anlaşmadır ve özünde şu üç husus yer almaktadır. Birincisi, Filistin-İsrail anlaşmazlığının çözümünde tek çerçeve olarak iki devletli çözüme ilişkin artan sorgulamalar. İkincisi, Ortadoğu'da kapsamlı barışın sağlanması için karşılıklı ekonomik çıkarların önceliği. Üçüncüsü, İran'ın davranışlarına karşı katı bir tutum sergilerken, bölgesel güvenlik ve Amerikan çıkarları konusunda İran ile siyasi bir anlaşmaya kapının açık bırakılması.

Öngörülemez ve sağının solunun belli olmadığı yönündeki eleştirilere rağmen Trump'ın Ortadoğu politikasına tutarlılık ve sürdürülebilirlik damga vuruyor. İdeolojik veya ahlaki yükümlülüklerden ziyade açık pragmatizme ve pratik Amerikan ulusal çıkarlarına dayanıyor ki bu da Ortadoğu için benzeri görülmemiş bir fırsatı temsil edebilir.