Hazım Sağıye
TT

Milis dünyasında her şey çöktüğünde

Lübnan devleti ve toplumu ile Hizbullah milisleri arasındaki 40 yılı aşkın bir geçmişe sahip olan ilişkinin tarihini gözden geçirenler, milislerin bu topluma ve devlete olan maliyetinin giderek artan bir yoğunlukta olduğunu, yükselişinin neredeyse hiç kesintiye uğramadığını fark edecektir. Korumadan özgürlüğe, oradan da zenginlik ve refaha geçiş vaat etmek yerine bu geçiş bizi daha fazla yayılmaya, daha fazla işgale ve daha büyük bir sefalete yöneltti. Direnişin ve kendisine atfedilen “bizi koruma” misyonunun başlangıcının üzerinden bu kadar uzun bir süre geçtikten sonra, şu anda içinde yaşadığımız duruma düşmemiz, kanımızı dökme ve yapılarımızı yıkma arzusu tatmin olmayan vahşi bir İsrail saldırısına uğramaya devam etmemiz hiçbir ölçüde makul değil. Bunların kurtulmanın ve özgürleşmenin bedeli olduğunu söyleyen argümana gelince, savunucuları bu dünyevi cennet vaadinin gerçekleşmesi için gereken yaklaşık bir zaman dilimi önermekten ya da o cennete giden yolda birinden diğerine geçerek yükseleceğimiz başarı durakları sunmaktan dahi kaçınıyorlar. Sayıları her geçen gün artan Lübnanlıların çoğunluğunu, birçok hadise ve ampirik veriyle desteklenen iki varsayıma iten şey de budur. Birinci varsayım, amaçlanan kurtuluşun gerçekleşen spesifik bir şey olmadığı, daha ziyade ulaşılamayan bir fikir ile tüm bir yaşam boyunca, hatta birbirini takip eden nesillerin yaşamları boyunca uzanan bir yaşam tarzının birleşimi olduğudur. İkinci varsayıma gelince, yapılan büyük fedakarlıklar, mazoşist bir zevkle, yani bize “zevkli” gelen acılar yaşamak, elde kalan azıcığı da eksiltmek veya peş peşe hepsini kaybetmek için yapılıyor.

Dolayısıyla bu durum, sırf bir ritüel olduğu için, karşılığında bize hizmet etmesini istemeden hizmet etmemiz gereken bir ritüele daha yakındır.

Ulusal kurtuluş çağrısı yapan milisler durumunu daha da kötüleştiren husus, bizzat anavatanın çıkarlarının önünde gelen yabancı çıkarlar ile olan bağlantılarıdır. Bu yabancı çıkarların onların varlığının ilk ve en önemli nedeni olabileceğinden ise bahsetmiyoruz bile. Bu, direnişin Filistin ve davasına ilişkin şişirilmiş iddialarını daha da zayıflatıyor, zira yığının arkasında başka bir şey olduğu, şüphelerle çevrili başka bir şeyin milislere yaptıkları hareketleri ve işleri dikte ettiği görülüyor.

Şu anda durum şunu gösteriyor; kolektif bir hastalığa yakalanmadığı sürece hiçbir halka bu “kurtuluş” vaat edilip ondan bunun için ölümü göze alması istenemez! Bu durumda doğal olarak ortaya çıkan, derin bir hayal kırıklığı duygusudur; bu duygu, bunu yaşayanları devasa maliyetlerin hesaplarını gözden geçirmeye, bunları var olmayan faydalarla karşılaştırmaya ve ardından bunun sonucunda ortaya çıkan sonuçlara varmaya sevk ediyor.

Lübnan'da tanık olduğumuz ve Hizbullah'ın temsil ettiği şey, milis olgusunun en berbat ve kesinlikle Arap Maşrık (Levant) bölgesindeki en eski biçimlerden biri; ancak Lübnan, bu felaket dolu faaliyetlerinin tek sahnesi değil. Örneğin Suriye'nin doğusundaki Elbukemal sakinlerinin milislerden bıktıklarını, milislerin varlığının ve faaliyetlerinin yol açtığı ve gittikçe artan bedellere katlanamadıklarını nasıl ifade ettiklerini görüyoruz. Daha geniş bir ölçekte, milislerin neden olduğu savaşa bulaşma ve ölüm politikasına dair korkularını dillendirmekte ısrar eden Iraklı sesler giderek artıyor. Bunun nedeni, milislerin Maşrık’ın hemen her yerinde, halk arasında siyasi ayrımcılık, kanunları uygulamayı reddetmek, yolsuzluğun sınırlarını genişletmek, ekonomik hayata artan oranda vergiler getirmenin yanı sıra yerel örfleri ve halkların geleneklerini ihlal etmeye cüret etmeyi içeren ihlallerinin kapsamını genişletmesidir.

Böylece, güçlü milislerin çöküşünün, emperyalist rejimlerin veya emperyal iddiaları olan rejimlerin çöküşüne benzediği, cüretkarlığın geniş ve kapsamlı olduğu ve hayatın her yönünü etkilediği dikkat çekiyor. Böyle bir bağlamda, halka bu çöküşe karşı acımasız bir alaycılıkla karışık bir şüphecilik hakim olur. Bu, milislerin kendileri ve çevrelerindeki dünya hakkında ve neredeyse her şeyi kapsayan anlatılarındaki hiçbir şeyi es geçmeyen bir alaycılıktır. Bir sözün tutulmadığının açığa çıkması, söz veren açısından tehlikelidir ve söz ne kadar abartılırsa, tutulmaması halinde yaşanan kırılma o kadar büyük olur ve skandal bir hal alır. Çöken diğer şeylerin arasında tarih ve gerçeklere dair milislerin baskın kıldığı yanlış yorum da var. Milisler bunu yaparken tarihi yeniden yazan, istediklerini silen ve istediklerini ekleyen totaliter rejimleri taklit etmişlerdi. Çöken bir diğer husus, çoğu zaman tam aksini anlatan, yani yenilginin zafer, zaferin yenilgi, gücün zayıflık ve zayıflığın güç olduğu, kötü ruhları kovmak için grupça tekrarlanması istenen yarı pagan ifadelerle süslenmiş dildir. Elbette bu anlatı, kendisine, gözlerimiz kapalı olarak bizi zafere ve refaha yönlendirmekle görevlendirilen bir büyücüde vücut bulan sadık bir koruyucu da bulmuştur.

Ama birdenbire tüm bunlar kartondan bir dağ gibi çökerken, insanlar aynı anda hem doğru hem kesin şeyler söylemeye başlarlar. Görüşleri güçlendirmek veya çürütmek için sayılar, gözü görülmeyeni görmeye zorlamak yerine gözün gördükleri sunulmaya başlanır. İnsanlar bir gecede kendilerine ve ülkelerine karşı sorumluluklarıyla karşı karşıya kalırlar; büyü ve büyücü olmadan, çocuklara öğretildiği gibi siyahın beyaz, beyazın siyah olduğunu onlara öğretmek isteyen bir anlatım olmadan sorumluluklarını yerine getirmeyi nasıl başaracaklar? Muazzam zorlukların ve benzersiz bir acımasızlığın ortasındaki Arap Maşrık bölgesi, bugün bu büyük sorumluluk sınavıyla karşı karşıya olabilir.