Dünyadaki Arap mültecilere ilişkin doğrulanmış, detaylı ve güncel veri ve rakamlar bulunmuyor ve bu ister Arap ülkelerinde ister yabancı ülkelerde olsun, mültecileri kuşatan bir gerçek. Bu durum mültecilerle ilgili uzman uluslararası kuruluşlar için de geçerli. Veri eksikliğinin ve rakamların çokluğunun nedenleri çok ve çeşitli; her tarafın görüşüne göre değişen siyasi, ekonomik ve güvenlikle ilgili nedenler bunlardan biri. Bir diğeri, idari ve teknik eksiklikler, mültecilerle ilgili veri ve sayıların toplanması ve duyurulması konusunda uzman kurumlar arasındaki kavram farklılıkları gibi daha az önemli bir neden. Nedenler arasında resmi olarak kayıtlı olanlarla olmayanların sayısı arasındaki karışıklık, sığındıkları ülkede vatandaşlık alanlar ile halen “oturma izni” ile yaşayanların birbirine karıştırılması da yer alıyor. Yukarıdaki bütün nedenler ve diğerleri sebebiyle yaygın tahminler, Arap mültecilerle ilgili verilerin yorumlanmasında ve yayılmasında karışık bir rol oynuyor. Bunların bazıları da gerçeklerden uzak olup, olumlu ile olumsuz arasında gidip gelen ve kendisine dikkat edilmesi gereken abartılara kaçıyor. Lübnan'daki Suriyeli mültecilerin sayısı buna bir örnek, zira bazı yetkililer iki milyondan fazla olduğunu iddia etmişlerdi. Bütün bunlar verileri tahmini hale getiriyor ve azami ölçüde denetlenmesini ve objektif olmasının sağlanmasını gerektiriyor.
Arap mültecilerin sayısının 2024 sonu itibarıyla 25 milyonu aştığı tahmin ediliyor. Kayıtlı olanların sayısı 10 milyon civarında ve aralarında Suriye, Sudan, Lübnan, Somali ve Filistin'in de bulunduğu birçok Arap ülkesinden gelen sığınmacılar, Arap ve yabancı ülkeler arasında dağılıyorlar. Bu ülkelerin başında Türkiye, Mısır, Lübnan, Almanya, İsveç, Ürdün ve Kanada gelirken, liste, mültecilerin son on yılda geçiş yaptığı 100'den fazla ülkeye de uzanıyor.
Mültecilerin çoğu komşu ülkelere yöneldiler. Mesela Suriyelilerin çoğunluğu Lübnan, Ürdün, Mısır, Irak ve Türkiye'ye yerleştiler. Sudanlıların çoğu Mısır, Çad ve Orta Afrika Cumhuriyeti'ne gittiler. Lübnanlılar Suriye'ye, oradan da Irak'a yöneldiler. Bu ülkelerin çoğunda iltica sistemleri bulunmuyor. Onları mültecilerin geçim kaynaklarını kısıtlamaya iten, onlara yönelik ırkçı eğilimlerin oranını artıran zor siyasi ve ekonomik koşullardan muzdaripler. Bu da mültecilerin bu ülkelerde yaşamaya devam etmelerini zorlaştırıyor, hatta bu ülkeleri özellikle son on yılda çok sayıda mülteci kabul eden Avrupa'ya iltica yolculuğunda bir durağa dönüştürüyor. Ne var ki, Avrupa da son yıllarda yalnızca kabul ettiği sığınmacılarının sayısını sınırlayarak değil, artan ırkçı tezahürlerin ortasında mültecileri kendi ülkelerine veya başka ülkelere göndermeye yönelerek de sığınma politikalarında köklü değişiklikler yapmaya yöneldi.
Arap mültecilerin durumunun özeti, onların komşu ve uzak ülkelerde giderek artan zor koşullarla karşı karşıya olduklarını gösteriyor. Hepsi olmasa da çoğu ülke, bugün sığınma ve iltica olgusuyla mücadelede daha temkinli davranıyor, hatta mültecilerin entegrasyonunu ve vatandaşlık almalarını engellemeye, Suriye, Sudan ve Lübnan gibi ülkelerin vatandaşları olabilecek mültecilerin oturma izni ve vize haklarını sınırlandırmaya başladı.
Mültecilerin durumunun trajik genel sonucuna rağmen, ilticayı bir felaket olarak sunmadan, bununla ilgili gerçekler üzerinde durmak gerekiyor. Zira Arapların son çeyrek yüzyılda yaşadığı savaşlar ve şiddetli iç çatışmalar ile sonuçları, bunlar neticesinde ortaya çıkan ve kötüleşen ekonomik, sosyal ve yaşam koşullarının ortasında, sığınma ve iltica, daha fazla Arap için mümkün ve beklenen bir durum haline geldi. Bu savaş ve çatışmalar arasında şunları sayabiliriz; Irak'a yönelik uluslararası savaş, İsrail’in Batı Şeria, Gazze Şeridi ve Lübnan’daki savaşları ile Suriye ve Yemen gibi Arap Baharı ülkeleri içindeki ve üzerindeki çatışmalar, Sudan'daki iktidar mücadelesi. Bunların hepsi tekrarlanabilecek milyonluk mülteci dalgalarının başlatılmasına katkıda bulundu. Gün gelip Suriyelilerin, Iraklıların ve Sudanlıların artık dünyadaki mültecilerin büyük bir yüzdesini oluşturacağına kim inanırdı?
Tüm verileri, gerçekleri ve geleceğe yönelik olasılıklarıyla Arap sığınmacılık olgusu, kırılgan bir Arap tarafını temsil ediyor. Arapların yerlerinden edildikleri ve mülteci oldukları, belirsiz, sığındıkları ülkelerde suçlanabilecek bir demografik ve kültürel olgu oluşturdukları için dünyadaki imajlarının kötüleştiği yönündeki ifadelerinin temelinde Arapların durumunun kötüleşmesini daha da hızlandırıyor. Zira sığındıkları ülkelerde Arap sığınmacı ve mülteciler, aşırılığın ve radikalliğin üreme alanı olarak tanımlanıyorlar. Sığındıkları ülkeler, çok fazla çaba, para ve fırsata mal olan insan enerjisini ve uzmanlarını tüketirken, başkalarının pahasına yaşamak istedikleri, yerel kaynaklar ve imkanlar için onlarla rekabet ettikleri düşünülüyor. En önemlisi de bu olgu, tıpkı Lübnan ve Irak'taki Suriyeli ve Filistinli mülteciler gibi, milyonlarca Arap'ı yoksullaşma, dışlanma ve işsizliğe itiyor. Türkiye ve Almanya ile İsveç gibi Arap sığınmacıları kendi ihtiyaçlarının bir kısmını karşıladıkları için memnuniyetle karşılayan ülkeler dahil, bir grup Avrupa ülkesinin de aralarında bulunduğu ülkelerdeki Suriyeliler, Lübnanlılar ve Sudanlılar gibi mülteci grupları, tehditlere ve istikrarsızlığa karşı savunmasız hale getiriyor.
Arap mülteciler olgusu ve mevcut koşulları, bu olguyu incelemek ve araştırmak, bunları azaltmaya yönelik politika ve planlar geliştirmek için Arapların resmi ve sosyal faaliyetler düzeyinde kendisi ile daha fazla ilgilenmesini gerektiriyor. Ancak bundan önce, mülteci ve göçmen üreten ülkelerdeki yönetici makamlara, vatandaşlarının göçünü sınırlamak, mültecilerin veya mümkün olduğu kadar çoğunun geri dönmesini sağlamak için tüm siyasi ve prosedürel adımları atmaları yönünde baskı yapılmalıdır. Zira doğal olan insanların kendi topraklarında yaşaması, yerleşecek yer arayan mültecilere dönüşmemesidir.