Osmanlı hakimiyetinin çöküşü bölgemizde dönüm noktası niteliğinde bir olaydı; iki bin yıllık ve kendisinden önceki birçok farklı biçimdeki imparatorluklar yönetiminin sonunda gerçekleşmişti. Sömürgeler siyasi olarak özgürleşmiş olsa da halkları ulus-devlet kültürünün yokluğu kriziyle karşı karşıya kaldılar. Coğrafi bölgesine ve siyasi sınırlarına sadık çoğulcu ve çeşitliliğe sahip bir toplumu nasıl yönetebilirlerdi. Sorun iki kısımda özetlenebilir; birincisi emperyalist zihniyet ya da eski sömürgelerdeki vatandaşların hâlâ liderlik koltuğu boşalan bir ulusun tebaası olduklarına dair hayalleri. İkinci kısım, bazı eski sömürgelerin imparatorluk döneminden önce yalnızca sürekli çatışmalara tanık olması ve imparatorluk çökünce tarihine kaldığı yerden devam etmesi. İkisi ulus-devleti tanımayı reddetmek konusunda birleştiler. Bu durum en çok Doğu Akdeniz kıyılarında belirgindir. Hatta Kudüs ve çevresine yönelik çatışmalar da geri döndü. Sanki çağdaş tanımlamaların kendisine sadece bir kılıf sunduğu Bronz Çağı'nı yeniden yaşıyoruz.
Bu karmaşık durumla nasıl başa çıkılabilir? Başlangıç olarak, zihniyetinden ve varsayımlarından kurtulup hafiflemek için düşünsel, çıkarların iç içe geçtiğini anlamak için de zamansal olarak imparatorluk öncesi döneme bir sıçrama yapmamız gerekiyor. Bu bölge tek bir ulus değil, farklı çıkarları olan ulus-devletlerdir ve bunların içinde farklı bağlılıklara sahip insan grupları vardır. En organize siyasi güçleri ise zihinsel olarak imparatorluk dönemine bağlılar, örneğin, Osmanlı'ya katılmak istiyorlar. Bu benim teşhisim değil, bunu kendileri söylüyorlar. Bunlar bölge genelinde yaygın olan fikirler ama coğrafya ve siyaset Doğu Akdeniz bölgesine özel bir statü veriyor.
Mısır açısından bakıldığında Doğu Akdeniz, ulusal güvenliği açısından hassas bir bölge ve tarih boyunca diplomatik ve askeri çabalarının önemli bir bölümünü oluşturdu. Burada herhangi bir siyasi hesap hatası sizi yarış dışı bırakır, saflık ise suçtur.
Tarihten öğrendiğimiz ilk husus, Mısır'ın bu bölgede savaş ve barış yoluyla güçlü ve verimli ittifaklar kurmaya istekli olduğudur. İttifakının koşulu, güvenliğin sağlanmasında karşılıklı yarar ve Kuzey ile Doğu'nun hırslarını engellemektir. Bu koşul basit görünüyor ta ki aynı bölge için her zaman sadakat talep eden, havuç ve sopa sallayan rakiplerin olduğunu hatırlayana kadar.
Büyük imparatorluklar öncesi dönemde, kuzeyden gelenler (bugünkü Türkiye) ve doğudan gelenler (Irak ve İran) olmak üzere iki büyük güç, Doğu Akdeniz bölgesinde nüfuz sahibi olmak için Mısır ile yarışıyordu. İmparatorluk döneminde birkaç istisna dışında Mısır'ı denklem dışı bırakan değişiklikler meydana geldi.
Sorumuza dönelim: Şu anda bu bölgede Mısır'ın müttefiki olmaya uygun kim var? Güvenlik ve karşılıklı yarar koşullarını kim karşılıyor?
Cevap olarak, siyasi dinin Türkiye ve İran'a rekabet avantajı sağladığını hatırlatırım. Dolayısıyla emperyal zihniyetten bahsetmek felsefi bir tartışma değil, sahadaki siyasi tercihlerin özü ve temeline ilişkin bir tartışmadır. Siyasal İslamcı gruplar bu mirası geri kazanma propagandası yapıyorlar. Propagandalarının bölge genelindeki yankısı birden fazla şekil ve renk alıyor. Bu bağlamda Arap milliyetçiliği veya sınır ötesi kardeşlik söylemleri sanıldığı kadar iyi niyetli değil. Dostluk ve iyi komşuluk duyguları için iyi ama siyasi tercihlerde yanıltıcı. Zira üstesinden gelmek için yeterli zamanın geçmediği yayılmacı emelleri geçirmek için kullanılıyorlar. Bu da onları siyasi hesaplar için yanıltıcı bir maske haline getiriyor. Avrupa'daki din kardeşliği, imparatorluklar arasındaki mücadele ve hayaller nedeniyle iki dünya savaşının patlak vermesini engelleyemedi.
Siyasal İslam'dan bağımsız bir yaklaşımı seçen akımlar bile şu anda Mısır’a yönelmiş değil. Elbette ilişkiler iyi olmaya devam ediyor, ancak bu güçlerin aradığı veya Mısır'ın aradığı siyasi fayda, bir tarafın diğer tarafta kendisi için yeterli veya zenginleştirici olarak göreceği düzeyde değil. Bu, temennilerin ötesinde, gerçek durumdur. Mısır'a kültürel ve siyasi destek devam etmeli ancak bu, Mısır'ın stratejik olarak kendisine bir şeyler ekleyebileceği ve onun kendisine ekleyebileceği, onunla çalışmanın, daha fazla kazanım elde etmeye odaklanmaya olanak tanıyacağı bağımsız bir müttefikin yerini almaz.
Dolayısıyla geleneksel çevrelerin dışından müttefik aramanın, çılgınlıkları ve sıkıntılı kararları ile şimdiki ana bakmayan bir stratejik yakınlaşmanın örülmesinin, Mısır'ın ve bölgenin çıkarına olduğuna inanıyorum. Bu yakınlaşma, bölgedeki daha geniş barış planlarıyla birlikte, sağlam bir istikrar ve güvenlik bloğunun çekirdeğini temsil ediyor. Geniş bir ekonomik potansiyel taşıyor ve daha geniş bir küresel vizyona uyum sağlayabilecek bir temeli temsil ediyor.
Herhangi bir alanda başarılı bir projeyi yönetmek için önce bir hedef, sonra ara hedefler, sonra da bunlarla tutarlı ve uyumlu araçlar belirlemek gerekir. Mısır'ın hedefinin güvenlik, istikrar ve daha iyi bir ekonomik gelecek olduğuna inanıyorum.