Bir sorunu çözmenin gerektirdiği aksiyomlardan biri de onun varlığını kabul etmektir ve Lübnan'daki sorun yenilgidir. Ancak Hizbullah bir yenilgi yaşandığını kabul etmiyor. Yenilginin sonuçları arasında yer alan ve inkar edilemeyecek, itiraz edilemeyecek kadar görünür olan işgal ve yıkıma gelince, sebep olarak, saldırgan ve tuhaf bir doğaya sahip yarı-metafizik bir kötülük gösteriliyor.
Ancak Hizbullah, Lübnan devletinden özgürleştirmesini ve yeniden inşa etmesini, yani bizi sürüklediği ve yaşandıktan sonra gerçekleşmediğini söylediği yenilginin etkilerini silmesini istiyor. Tüm sorumluluğu reddedip devletten bunu isterken, Lübnan'ın geri kalanına karşı “zaferini” deklare ediyor, zira İsrail'e karşı böyle bir “zafer” deklare etmesi mümkün değil. Böylece Hizbullah, iç bölünmelerin derin yarasına tuz basmaktan başka bir şey yapmıyor.
Gerçek şu ki, bazı sözcüleri açık ve net bir dille, kapının ardında bizi bir iç savaştan başka bir şeyin beklemediği tehdidinde bulunuyorlar. Aralarındaki “ılımlılar” ise devletten intihara benzer bir misyonu gerçekleştirmesini, yani direnişin yaptığını tekrarlamasını talep ediyorlar, aksi takdirde acı ve yıkım yaşanacağını söylüyorlar.
Diğer her şeyi engelleyen ve sınırsız zarara neden olan bu iç engelleme, özellikle büyük İsrail meydan okuması karşısında bizi daha da zayıflatan bir arka plandan besleniyor. Hizbullah'ın bu hale gelmesinde başrol oynadığı, yıpranan ulusal dokuda daha fazla çatlağın oluşmasına neden olduğu yıpranmış ve iflas etmiş bir deneyimden çıkıyoruz. Böyle bir durumla sorumlu bir şekilde başa çıkmak, her şeyden önce alçakgönüllülükle, açık sözlülükle ve dürüst bir özeleştiri ruhuyla konuşmamızı, yeni yönetim ve hükümetin temsil etmeye ve beslemeye çalıştığı geriye kalan çok küçük bir fikir birliğine bağlı kalmayı gerektirir. Kesin olan şu ki, bu yönetim ve hükümetin, Hizbullah ve savaşının yol açtığı kapsamlı çalkantı ortamında, dağınık sembolik bir sermayeden başka bir şeye henüz sahip değilken, kendisine sıkıntı çıkarmak ve karalamak, ancak toplu bir intihar çağrısıdır.
Yenilginin inkârı, kişisel sorumluluğun reddi, yönetim ve hükümeti karalama, cilve ve naz yapma, bilhassa silahı teslim etme konusunda aldatma ve kandırmayı birleştiren yaklaşımın, İsrail'in Lübnan'a müdahalesini genişletmek ve derinleştirmek için bir bahaneye dönüşmesi, araçları mevcut olsa bile yeniden inşayı engellemesi muhtemeldir. Bu, direnişin Lübnan'a, hatta Şii toplumuna sunduğu son zehirli hediye olacaktır.
Hizbullah’ın silahsızlandırılması istenirken, her zaman yapılması gerekenin, söz konusu dini gruba milli olarak kucaklanacağı duygusu verilmesi, Hizbullah’ın yenilgisine ortak olduğunun hissettirilmemesi olduğu doğru. Ancak bu hayati görevin anahtarı hâlâ Hizbullah'ın elinde; eğer yenilgiyi ve silahsızlanmayı kabul ederse, dini grubuna güven verme kapısını açmış ve onu siyasi hayata entegrasyonu yenilemeye teşvik etmiş olacak. Yenilgiyi kabullenmemeye, silahı teslim etmemekte diretmeye ve iç savaşla tehdit etmeye gelince, Şii olmayanların silahın kendisinden olmasa da varlığının neden olabileceği sonuçlardan korkmaya devam etmelerine yol açacak. Başkalarına güven verme lüksü olmayanların, sadece kendileri için güvence aramalarına neden olan da budur.
Bunlar, kasvetli bir bölgesel ve uluslararası iklimin ortasında gerçekleşiyor. İsrail'in bölgesel düzeyde kazandığı zaferin boyutunu, oradaki iç ilişkilerdeki çözülmeyi ve Esed rejimi ile Hizbullah’ın yol açtığı siyasi kuraklığı da hesaba katmak gerekiyor. İnkarın örttüğü yenilgiyle birlikte, İbrani devletinin bölgenin jandarması olmayı, bizim de Lübnan'da olduğu gibi Suriye'de de sınır muhafızları ve Türkiye ile arasında duran tampon devletler olmamız planladığına dair çok sayıda kanıt var.
Tampon sınır bölgeleri inşa etme stratejisinden, Gazze'deki savaşın yenilenmesi olasılığı ve savaşın “yedi cephede” sürdürülmesi tehdidine kadar hafife alınmaması veya boş “yiğitliklerle” karşılık verilmemesi gereken bir şey var. İsrail’in elinin Arap Maşrık (Levant) ülkelerinin içlerini, mezhepsel ve etnik iç kısımlarını nasıl özgürce manipüle ettiğini, karıştırdığını kendi gözlerimizle görüyoruz. Ayrıca sadece grupları bölmekle kalmayıp aynı zamanda her “ılımlı” tutumu, ister resmi ister fikri ve kültürel düzeyde olsun, “itibarı kurtarmaya” yönelik her türlü çözüm girişimini ortadan kaldıran bir sınıflandırmanın da saldırısı altındayız.
Suriye'de güney, doğu ya da sahil bölgesinden başlayarak en kötüsü yaşanırsa Lübnan'ın kendisini kurtarması neredeyse imkânsız hale geldi.
Bugünün dengelerinde küçük ülkelerin koşullarına gelince, Başkan Trump ile Zelenski arasındaki menfur Beyaz Saray görüşmesi sonrasında onlar hakkında fazla tahmin yapmamıza gerek yok. Lübnan'a kalan dostluklar ve nüfuzuna gelince; kendilerini son derece sert bir sınava, yani düzensiz silaha bağlı kalma ve bizzat taraftarlarını ikna edemeyen bir zafer için ödül talep etme sınavına tabi tuttuğumuzda, bunları da harcayabiliriz. Yani Hizbullah ve destekçileri siyasetin, diplomasinin işe yaramadığını, tek yapmamız gerekenin “hepimizin direnişçiye” dönüşmesi ve kolektif olarak intihar etmesi olduğunu kanıtlamak amacıyla yapılmayan her şeyi yapıyor.
Ancak yaşlı birinin yeniden genç olma hayali gibi olan, 1701 sayılı BM Kararı’nın etrafından dolanmak yerine, yenildiğimiz gerçeğinden hareketle, yenilgiyi ulaştığı düzeyde kontrol altına alma niyetiyle birbirimizle dayanışma içinde olmak, en önemli görev ve bir tür ayağa kalkmanın tek dar yolu haline geliyor.