Başlık, Kral Abdulaziz Al-Suud'un, 14 Şubat 1945'te “Quincy” adlı muhripte dönemin ABD Başkanı Franklin Delano Roosevelt ile saat 11.30'da başlayan öğle yemeği sırasındaki görüşmede verdiği cevaptan esinlenmiştir. ABD Başkanı, söz konusu görüşmede Kral Abdulaziz'den, Filistin'e yerleşmek isteyen Yahudiler sorununun çözümünde kendisine yardımcı olmasını istemişti.
ABD'nin 49. Başkanı Donald Trump da açıkladığına göre bugün Krallığa gelecek ve Filistin ile Ukrayna konularını gündeme getirecek.
Kayıtlara geçmesi açısından, Amerikan Başkanı'nın 4-11 Şubat 1944 tarihleri arasında Yalta'da Winston Churchill ve Joseph Stalin ile yaptığı görüşmenin ardından yaptığı görüşme yalnızca Kral Abdulaziz ile değildi. Aksine, Afrika ve Ortadoğu'daki üç siyasi kutupla, yani Suudi Arabistan Kralı Abdulaziz Al-Suud, Mısır ve Sudan Kralı Faruk ve Etiyopya İmparatoru Haile Selassie ile görüştü. Ancak burada odak noktamız, geçmişi ve bugünü anlamamıza yardımcı olacak bir bağlamda birbirine bağlamak için, Kral Abdulaziz'in kişiliği, Suudi Arabistan Krallığı ve tutarlı siyasi duruşlarıdır. Kral Abdulaziz'in cevabı netti: “Elbette Yahudilerin Almanlara güvenmeme hakkı var. Ama Müttefiklerin Nazizmi sonsuza dek yeneceklerinden ve onun kurbanlarını koruyabileceklerinden eminim. Müttefikler Almanya'nın politikasını değiştirebileceklerinden emin değillerse, neden en başından bu maliyetli savaşa giriştiler?” Kral ile Roosevelt arasındaki görüşmelere katılan ve bir tanık olarak aktaran Amerikalı William Eddy şöyle diyor: “İbn Suud geleneklerine göre, galip gelenin düşmana geri dönüp tekrar saldırma fırsatı bırakacağını hayal bile edemiyordu.” Başka bir deyişle, Yahudilerin Almanya'da korunması ve yerleştirilmesi Müttefiklerin sorumluluğundaydı ve bu, galibin mağluba şartlarını dayatmasının doğal bir sonucuydu. “Amerikan Başkanı, Arap cömertliğine güvenerek bir kez daha Kralı ikna girişiminde bulundu ve ondan Siyonizm ve Yahudilerin Filistin ile duygusal bağlılığı sorununu çözmesine yardım etmesini istedi.”
William Eddy, kendisinin de katıldığı toplantılarla ilgili tarihi bir tanıklık niteliğinde olan Roosevelt ve İbn Suud hakkındaki kitabında şunu aktarıyor: “Fakat Kral hemen ve tereddüt etmeden cevap verdi; “saldırgana ve Yahudilere zulmedene bedelini ödetin. Biz Araplar savaşlarda bunu yaparız ve savaşları böyle sonlandırırız.”
Bu, toprağının altında bir petrol zenginliği olduğunu bilmeyen, tarımı halkını beslemeye yetmeyen yoksul ülkesine yardım istemek için değil, aksine ABD Başkanı ile dostluk kurmak için toplantıya gelen bir Kralın kesin cevabıydı. Roosevelt'e daha önce açıkça şunu söylemişti: “Yahudilere Almanya'nın en verimli topraklarını verin. Savaşa katılmayanlar, savaşanların suçlarının bedelini neden ödesinler?” Yani Araplar işlemedikleri bir suçun bedelini neden ödesinler? Kral kararlı bir duruş sergiledi. Ancak bu yazının özünü, iki toplantı arasındaki karşılaştırma oluşturuyor. İşte bu yüzden Kral Abdulaziz'in Roosevelt'e söylediği cümleyi seçtim; çünkü Arapların savaşa, barışa, adalete ve adaletsizliğe bakış açılarıyla Batılıların bakış açıları arasındaki farkı açıkça ortaya koyuyor. Bu anlam, Suudi Arabistan liderlerinin Başkan Trump'ın Suudi Arabistan Krallığı'na yapacağı ziyaret sırasında yapacakları görüşmede büyük önem taşıyor. Her iki görüşmede de Suudi Arabistan ABD'ye fakirken kendisi gitmedi, bilakis ABD bir zamanlar fakir bir ülkeyken ona geldi ve ardından zenginken yine birçok kez ona geldi. Roosevelt’in o zaman Suudi Arabistan'dan tavsiye almaya gelmesi gibi, Trump da bugün aynı amaçla geliyor. Trump şimdi daha zengin ve güçlü bir Suudi Arabistan bulacak olsa da Suudi Arabistan Krallığı'nın resmî açıklamalarından, özellikle de Başkan Trump'ın İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ile yaptığı basın toplantısının hemen ardından yapılan Fecr açıklamasından okuduğumuz gibi, Filistin konusundaki tutumlar aynı.
Yeni Suudi Arabistan, Krallığın çıkarlarını ve ihtiyaçlarını bilen, Abdulaziz ve Roosevelt'in Quincy'de bir araya gelmesinden bu yana politikalarına aynı yoğunluk ve cesaretle bağlı bir hafızaya ve “devlet aklına” sahip. Bunlara yılların deneyimi, zenginlik ve güç birikimi de ekleniyor. Suudi Arabistan bugün G20’deki varlığı ve küresel petrol piyasalarındaki nüfuzuyla uluslararası ilişkilerde önemli aktörler arasında yer alıyor.
Dolayısıyla, iki tarafın birbirine denk olduğu ve Suudi Arabistan’ın “iki devletli çözüm” konusundaki argümanın gücü konusunda hiçbir şüphem yok. Krallığın politikaları sağlam ve kararlıdır.