ABD Başkanı Donald Trump'ın İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ile Beyaz Saray'da yaptığı görüşmeyi farklı şekillerde okumak mümkün, fakat kesin olan şu ki Trump ne istediğini ve bunu nasıl elde edeceğini -hem de inatla- çok iyi biliyor.
Netanyahu, özellikle gümrük vergileri ve Gazze savaşına ilişkin tutum konusunu, ABD Başkanı ile görüşürken Ukrayna Devlet Başkanı'nın son dönemde Beyaz Saray'da yaşadığı deneyimi göz önünde bulunduruyordu. Aralarında herhangi bir fikir ayrılığı veya anlaşmazlık varmış gibi görünmekten kaçınmaya çalışıyordu.
Gazze'deki savaş ve Suriye'ye yönelik İsrail saldırganlığıyla ilgili konuşmalarda da bu açıkça görülüyordu. Başkan Trump'ın bu konulardaki yorumu ve Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile iyi ilişkiler içinde olduğunu ancak Netanyahu'nun da taleplerinde “makul” olması gerektiğini söylemesi, Netanyahu'ya burada sınırlar çizmiş gibi görünüyor.
Gazze'deki savaşın “yakında” duracağı söylendi ve ardından İran'dan bahsedildi. Trump'ın önümüzdeki cumartesi günü İranlılarla “doğrudan” bir görüşme yapacağını duyurması herkesi şaşırttı, çünkü bu, daha önce müzakereye bile yanaşmayan Tahran açısından önemli bir taviz anlamına geliyor.
Daha sonra yayınlananlara göre, görüşme ister doğrudan ister Umman Sultanlığı'ndaki “ilk turun başarılı olması halinde doğrudan olacak olsun”, bu, İran'ın Dini Lider veya bazı İranlı yetkililerin açıklamaları aracılığıyla sürekli söylediklerinin tam aksi bir gelişme.
Amerikalılar ile İranlılar arasındaki müzakerelerin kolay olmayacağı, detaylarını kestirmenin zor olduğu kesin, ancak sonuçlarının çok büyük sonuçlar doğuracağı da kesin. Bir Arap yetkilinin bir keresinde bana söylediği gibi, “Kuzey Kore lideriyle el sıkışan Başkan Trump’ın İran Dini Lideri ile de el sıkıştığını görürseniz şaşırmayın.”
Siyasette her şey beklenebilir ve Washington ile Tahran, olumlu ya da olumsuz, ani bir anlaşmaya varabilir. Yahut terazinin kefesi, İran ile askeri çatışma isteyen Netanyahu'nun lehine ağır basabilir. Netanyahu herhangi bir müzakerenin İran'ı nükleer silah üretme kabiliyetinden mahrum bırakması gerektiği konusunda ısrar ettiğinden bu da mümkün.
İran'ın bunun gayet farkında olduğu açık ve birkaç gün önce Reuters, Irak'taki İran'a bağlı silahlı milislerin, Tahran’ın, ABD veya İsrail ile askeri bir çatışmaya yol açabilecek her türlü adımdan kaçınma konusundaki onayını aldıklarını nakletti. Maskat'ta başlayacak müzakerelerle birlikte İran'ın Husilere karşı daha kararlı bir tavır sergilediğini görebiliriz.
Bütün bunlar bizi, Gazze Şeridi sakinlerinin giderek artan acıları, Netanyahu’nun orada savaşı ve kara harekâtlarını sürdürmesi karşısında en zayıf ve en tehlikeli olan Hamas'ın pozisyona götürüyor. Her iki tarafın, Netanyahu ve Hamas'ın hedefleri birbiri ile çatışıyor.
Hamas iktidarda kalıp 6 Ekim 2023'e dönmek istiyor, Netanyahu ise kendi iç kavgalarından kurtulmak, İsrail'i çevreleyen güçleri parçalamak istiyor. Dolayısıyla ne bir barış sürecinden ne de iki devletli çözüm projesini gerçekleştirecek çözümlerden söz edilmiyor.
Bu nedenle İran kolları kırıldıktan sonra şimdi taviz veriyor, Irak'taki Haşdi Şabi Güçleri fırtına karşısında boynunu eğiyor. Hizbullah'ın yenilgisinin ardından Husiler kaçınılmaz kaderleriyle karşı karşıya kalıyor. Buna karşılık Hamas, Filistinlilerin çıkarlarına öncelik vermiyor, talepleri konusunda da net bir çıta belirlemiyor ve bu çılgınlık.