İranlı yorumcular, ABD ile devam eden müzakerelerin geleceği hakkında ekranda rahatça konuşuyorlar. Bazıları “Büyük Şeytan”ın niyeti samimi ise onunla balayının mümkün ve muhtemel olduğunu ima ediyor. Karşılıklı ihtiyaç olarak gördükleri şeye dikkat çekiyorlar. O da İran'ın yaptırımlar ve suçlamalar döngüsünden kendisini kurtaracak bir anlaşmaya, ABD yönetiminin de İran ile nükleer dosyasıyla ilgili anlaşma ölçeğinde bir başarıya ihtiyacı olduğu. Washington'un Tahran'a sunabilecekleri olduğunu söylüyorlar, ama bunun tam aksi de doğru. Bugün dünyanın, gerginlik zamanlarında hakim olan coşkulu ifadelerin diliyle değil, çıkarların diliyle yaşadığına dikkat çekiyorlar.
Bazıları Donald Trump yönetiminin İran için bir fırsat olabileceğini, çünkü İran pazarlarına ve yatırım fırsatlarına erişmek istediğini söylemekten çekinmiyor. Televizyon kanalları sokakta İran vatandaşlarına görüşlerini soruyorlar ve aldıkları yanıtlar, şimdi maliyetli hesaplaşmaların zamanı değil, iş birliği ve çıkarlara saygı zamanı olduğu yönünde oluyor. ABD-İran diyalog turlarına katılanlar, yararlı ve yapıcı bir atmosferden ve temel kabul edilebilecek ilk adımlardan söz etmekten çekinmiyorlar.
Washington ile Tahran arasındaki mevcut iklimin, çatışmanın eşiğinde bir gerginlik iklimi olması bekleniyordu. Beyaz Saray'ın şu anki sakini Donald Trump. O, Barack Obama döneminde İran'ın imzaladığı bir önceki anlaşmayı bozan adamdı. Yine o, General Kasım Süleymani'nin Bağdat Havaalanı yakınlarında öldürülmesi emrini veren kişiydi. Haftalar önce İran'a, ya yeni bir anlaşma ya da Amerikan desteğiyle İsrail'den gelebilecek bir saldırı arasında seçim yapması gerektiğini söyleyen de oydu. İran bu iletişim dilini kabul etmeye alışkın değildi ama bu sefer kabul etti.
Gözlemciler, İran'ın tutumunda neden bir gerçekçilik rüzgarının estiğini merak etmekte haklılar. Trump tehdit ettiğinde bunda ciddi olduğu için mi İran ateşkes arayışında? Süleymani'yi öldürme kararını veren kişinin, gerekli Amerikan desteğiyle, Binyamin Netanyahu'ya İran'ın nükleer tesislerini yok etme konusunda yeşil ışık yakmaktan çekinmeyeceğini mi hissediyor? Tahran, Aksa Tufanı’nın ardından patlak veren savaşlar dizisinden alması gereken dersi aldı mı? Hamas'ı kurtaramadı. Hizbullah'ı kurtaramadı. Amerikan ateşi altında kalan Husi mevzilerinin durumu hiçbir açıklamaya ihtiyaç duymuyor. Tahran, Suriye'nin direniş ekseninden çıkarılmasının ve Beşşar Esed'in Suriye’den çıkarılmasının oluşturduğu kaybın büyüklüğünü idrak etti mi? Buna ek olarak Irak'ın olası bir çatışmadan uzak durma eğiliminde olduğunun farkına vardı mı?
İran'ın uzun yıllardır ABD ile doğrudan askeri çatışmaya girmeme konusunda kesin bir karar aldığı aşikar. Mesleğim gereği bunu yıllar önce İranlı yetkililerden duydum. Tahran'da görüştüğüm kişilere, tekrarlanan gerginliklerin gölgesinde ABD ile askeri bir çatışma olasılığının ne olduğu gibi basit bir soru sorduğumda, cevap farklı biçimlerde ama hep aynı içerikteydi: “Olmayacak bir savaş hakkında soru soruyorsunuz.” Bazıları da İran'ın savaşa sürüklenmeden savaşın eşiğinde kalmakta başarılı olduğunu söylemekten çekinmedi.
Savaşın olasılığı olmadığına dair bu kanaatin gerekçesini sordum ve aldığım yanıt şu oldu: Seferberlik ve medya dilini unutun. İran, ABD ordusunun dünyadaki herhangi hedefi yok edebilecek kadar güçlü bir kuvvet olduğunu biliyor. Bizi onlarca yıl geriye götürebileceğini bildiğimiz bir güçle çatışmaya hiç niyetimiz yok. Amerikan uçakları fabrikalarımıza, havaalanlarımıza ve devrimin zaferinden bu yana elde ettiğimiz her şeye ağır zararlar verebilir.
Ancak bu açıklamaya bir de vurgular eşlik ediyordu; bu, Amerikan gücünün tiranlığına teslim olduğumuz anlamına gelmiyor. Bizim baskı kartlarımız var ve bunları nasıl kullanacağımızı biliyoruz. ABD de İran'ın önemini ve büyüklüğünü biliyor, Irak tecrübesini onun topraklarında tekrarlamanın, yani kara harekâtıyla rejimi devirmenin imkânsız olduğunu biliyor. Bütün bunlar, ister Filistin'de ister dışında olsun, bölgedeki Amerikan politikasını kabul ettiğimiz anlamına gelmiyor. ABD ile bir yüzleşme içindeyiz ama bu İran'ın içinde değil, bölgede bir yüzleşme. Bölge, halkının iradesini görmezden gelerek, ABD'nin istediği gibi avlanabileceği bir göl olarak kalmayacak ve birden fazla yerde müttefikimiz var. Kollarımıza ve aracılar aracılığıyla yıpratma savaşlarına bahis oynuyoruz.
ABD ile doğrudan askeri çatışmaya girmekten kaçınma kararı, bölgenin bugüne kadar yaşadığı en zor koşullar altında bile mevcuttu. Aynı zamanda İran, Ortadoğu'daki Amerikan varlığına karşı büyük bir darbeye öncülük ediyordu. Beyrut'ta gerçekleştirilen intihar saldırılarının amacı ülkedeki Amerikan ve Batı varlığını zayıflatmaktı. General Kasım Süleymani, Irak'taki ABD askeri varlığının azaltılması ve “mücahit” savaşçıların Irak topraklarına sızmasının kolaylaştırılması sürecini bizzat yönetti.
İran darbesi, Suriye'nin eksenin sağlam bir halkasına dönüşmesi ile açık bir başarıya ulaşmış ve Süleymani'nin Tahran'dan Beyrut'a uzanan yolu Irak ve Suriye'den geçerek artık açık hale gelmişti. Ama artık bunlar geçmişte kaldı. Beyrut değişti, Şam değişti. Ve işte Husiler, hiçbir geleceği olmayan bir savaşta tünellere sığınmaya çalışıyorlar. Eksen, İsrail vahşeti, Amerikan desteği ve teknolojik üstünlüğünün ağırlığı altında dağıldı.
İran, bölgedeki güç dengelerini ve dört haritayı değiştiren darbeler döneminin bittiğini kabul etti mi? ABD ile mevcut müzakerelere giren İran'ın elinde daha az kart ile girdiğine şüphe yok. Hamas, beş yıllık bir ateşkes teklif ediyor ve Gazze Şeridi'ni yönetme isteğinden vazgeçtiğini duyuruyor. Hizbullah'ın da pek fazla seçeneği yok. Suriye'nin Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şara'nın kontrolüne girmesiyle artık savaşa dönmesi zor görünüyor. Lübnanlıların çoğunluğunun savaşa geri dönülmesine karşı çıktığı ve silah ediniminin devletle sınırlandırılmasından yana olduğu da biliniyor.
ABD-İran müzakereleri devam ediyor. Trenden atlamak zor ve vahim sonuçlara yol açabilir. İran Tufan sonrası gerçekçilikle müzakere ediyor.