Geçtiğimiz günlerde oğlu tarafından yayımlanan merhum Mısır Cumhurbaşkanı Cemal Abdunnasır'ın ses kaydı, Muhammed Hasaneyn Heykel'in onlarca yıldır çizdiği idealize edilmiş imajın ötesine geçerek, Abdunnasır’ın karakteri ve siyasi mirası hakkındaki tartışmayı yeniden başlattı.
1970 yılına ait ses kaydı, Abdunnasır'ın daha sonra “Arap İsrail ile normalleşmeyi reddetme” cephesini oluşturacak, Arap ve Filistinli fraksiyonların liderlerine yönelik sert eleştirilerini açıkça ortaya koyuyor. Bu liderler bilhassa Abdunnasır’ın “Rogers Planı”nı kabul etmesinin ardından, siyasi çözümler benimsemek yerine, İsrail ile savaşa girmesi için ona baskı yapıyorlardı. Ses kaydı, Heykel'in Arap milliyetçiliğinin lideri mitinin inşasında ve onun deneyimlerinden ders çıkarılmasının engellenmesinde oynadığı rol konusundaki ciddi soru işaretlerini yeniden gündeme getirdi.
Yazıları, makaleleri ve medyadaki önde gelen konumu aracılığıyla Heykel, Abdunnasır döneminin resmi ve popüler anlatısının temel referansını oluşturdu. Mısırlı lidere olan kişisel yakınlığından, bilgi kaynaklarının eksikliğinden ve o dönemde medyanın imkânlarının kısıtlı olmasından sonuna kadar yararlandı. Heykel’in inşa ettiği imaja göre Abdunnasır, sömürgecilik, içeride ve dışarıdaki meydan okumalar karşısında vizyon sahibi, cesaretli ve bilge bir adam, yenilmez bir milli kahramandı. En önemlisi Heykel, özellikle “Kaynama Yılları” adlı kitabında, Abdunnasır’ın hatalarını, kahramanları, kendi ekibinden başlayıp dünyanın en uzak istihbarat birimlerine kadar uzanan kendisinden daha büyük komploların sonucu olduğunu söyleyerek meşrulaştırdı. Hatta 1967 yenilgisini bile Arap kamuoyuna, Arap milliyetçi projesine karşı bir “komplo”nun sonucu olarak sundu. Heykel bu yenilginin etkisini hafifletmek için “Nekse” (gerileme) terimini ortaya attı, daha sonra da bunu olayın anlaşılması için politik ve medyatik bir çerçeve olarak geliştirdi. Heykel komploları öne sürerek Nasır'ı yenilginin doğrudan sorumlusu olmaktan ziyade performansının, anlayışının ve planlamasının kökten yeniden incelenmesi gereken salt bir kurban olarak gösterdi.
Heykel'in dediği gibi, Nekse yolun sonu değildi. Bilakis bu an, bizi 7 Ekim 2023'e ulaştıran “Zorla alınan, yine zorla geri verilir” sloganına uygun olarak mücadeleyi ve direnişi sürdürmemiz için bir sınav ve teşvikti.
Heykel, kendisinden sonra gelenlerde hoş görmediği hususları Nasır söz konusu olunca hoş görüyor, özellikle de yenilgiden sonra siyasi çözüm seçeneklerini benimsemesini hoş görüyor. Gizli müzakereleri reddettiği (Heykel’in uzlaşı sürecini eleştirdiği bir diğer kitabının başlığı), herhangi bir iletişimin veya müzakerenin aleni ve kamuya açık olması konusunda ısrar ettiği için İsrail ile yaptığı müzakereleri müstesna liderliğinin yeni bir kanıtı olarak sunuyor. Müzakere biçimini, müzakere ilkesinin kendisinden daha önemli gösteriyor. Heykel, Abdunnasır'ın 1970'teki “Rogers Girişimi” gibi uluslararası girişimleri pragmatik bir mantık, orduyu yeniden inşa etmek ve soluklanmak için gerçekliğin gereklerinden kaynaklanan geçici bir taktik adım olarak ele aldığını ileri sürüyor. Bu ise son ses kaydında Abdunnasır’ın benimsediği mantığın tam aksi. Nasır'ın savaş ve barış, yüksek çıkarlar, uluslararası güç dengesi ve İsrail'in bu denge içindeki sabit konumu konularındaki çıkarımları bundan daha radikal görünüyor.
Abdunnasır'ın kendi sesinden, Heykel'in yazdığı binlerce sayfayı, her yeri dolduran binlerce saatlik radyo ve televizyon yayınlarını iptal eden bir gözden geçirme duyduk. Heykel bunlar sayesinde Arap tarihi ve en önemli dönüm noktalarından biri hakkında çarpıtılmış ve halen bizi etkileyen bir bilinç yarattı.
Heykel'in “Büyük Patlama” adlı kitabında yer verdiği en gerçekçi Nasır tasviri bile, Nasır'ın yeni yayımlanan ses kaydında söylediği hiçbir şeye yakın değil. Zira Heykel'e göre Arap lider, seçimlerinin yıkıcı sonuçlarına rağmen, iyi niyetinin ve hedeflerinin dürüstlüğünün neden olduğu hataların sahibi olmaya devam ediyor.
Heykel'in yazıları, medya ve siyasi alandaki nüfuzu, merhum Cumhurbaşkanı Enver Sedat'a yönelik sert eleştirileri, yenilgiden, kendisine yol açan stratejik hatalardan ve Sovyetler Birliği'ne aşırı bağımlılığın sonuçlarından ders çıkarmamızı engelledi. Heykel’in metinleri aynı zamanda kapsamlı bir ideoloji olarak Nasırcılığın dağılmasından kaynaklanan iklime, bunun Nasırcılığın rahminden doğan, ancak daha sonra daha radikal, askeri veya otoriter pragmatik pozisyonlar benimseyen yeni Arap rejimlerinin ortaya çıkmasının zeminini hazırlamasına ilişkin bir çerçeve de sunuyor. 1968'de Irak'ta kurulan Ahmed Hasan el-Bekir ve Saddam Hüseyin rejimi, 1969'da Libya'da Muammer Kaddafi, 1969'da Sudan'da Cafer Numeyri, 1970'te Suriye'de ortaya çıkan Hafız Esed rejimi, bunlar arasında sayılabilir.
Cemal Abdunnasır'ın son dönemde yayınlanan ses kaydının sosyal medya platformlarında hızla yayılması, bu bilgilendiricin olayı çağdaş Arap tarihini anlamamızda kültürel ve politik bir dönüm noktası haline getiriyor. Seçkinlerin marjlarından kamuoyunun dikkatinin merkezine geçiş yapan bu kayıt, Muhammed Hasaneyn Heykel'in, Nasır döneminin tarihsel ve siyasal anlatısı üzerindeki uzun süredir devam eden tekelini kırıyor. Elimizdeki sadece paylaşılmış bir ses belgesi değil, aksine, özellikle Gazze, Lübnan ve Suriye'de yaşadığımız kanlı olayların gölgesinde, bilginin yapısında ve tarihsel bilinçte yaşanan derin kültürel dönüşümlerin de bir yansıması.
Ne şanslıyız ki, Heykel’in Abdunnasır’ın mirası konusundaki anlatısına karşıt anlatı bizzat Abdunnasır’dan geldi. Bu durum, daha önceki paralel anlatılara günümüzde büyük bir önem kazandırıyor ve onların yeniden üretilmesini teşvik ediyor.
Bu bağlamda aklıma Necip Mahfuz'un 1966'da kaleme aldığı ve aynı isimle 1971'de Hüseyin Kemal yönetmenliğinde sinemaya uyarlanan “Nil’de Sohbet” adlı romanı geliyor. Heykel, liderin ideal imajını inşa etmekle meşgul iken Mahfuz, keskin edebi bakış açısıyla, yabancılaşma ve yüzeyselliğin gerçekliğini, toplumun içsel boşluğunun ağırlığı altında sloganların çöküşünü öngörmüştü. Roman, 1967’teki yenilgiden sadece bir yıl önce yayınlanmıştı ve Heykel'in efsaneye dayanan metninin sınırlarını açığa çıkarmakla kalmıyordu, aynı zamanda acı bir kehanetti. Dahası yetkililerin kitlelere söylemek istedikleri ile gerçeğin sessizce söyledikleri arasındaki uçurumun derinliğini de ortaya koyuyordu.