Abdurrahman Raşid
Suudi Arabistan’lı gazeteci. Şarku’l Avsat’ın eski genel yayın yönetmeni
TT

Dini Lideri hedef almak çılgınca bir düşüncedir

Geçtiğimiz hafta İsrail’in, sanki İran ile arasında devam eden ve daha sonra ABD'nin de katılabileceği şiddetli savaşta sıradan bir küçük askeri hedefmiş gibi, İran'ın Dini Liderini hedef alma niyetinden defalarca bahsedildi. ABD Başkanı, İsrail’in planı ile arasına mesafe koymaya gayret etti ve İsrail'in hedef listesinde İran Dini Lideri'nin ilk sırada yer aldığını, hedefine ulaşmasının an meselesi olduğunu duyurdu. Trump, İsrail'in bu girişimine karşı olduğunu ve karşı çıktığını açıkça ortaya koydu.

Mesele Dini Lider’in başka bir hedef olmasından çok uzakta, zira onun hedef alınması ile mesele ideolojik bir soruna dönüşerek derin ve son derece tehlikeli intikam duyguları doğurabilir.

Savaşan tarafların, doğrudan askeri hesapların ötesinde nedenlerle, liderleri ve sembolleri hedef almaktan kaçındıkları durumlar olmuştur.

Japonya İmparatoru Hirohito hem bir hükümdardı hem de kutsal bir semboldü. Askeri liderlerine savaşa girme, Mançurya'yı işgal etme, ABD'nin İkinci Dünya Savaşı'na girmesine neden olan Pearl Harbor baskınını düzenleme yetkisi verdiğini doğrulayan belgeler bulunuyor. Ancak savaş sırasında ABD hükümeti, General Douglas MacArthur'un tavsiyesi üzerine onu hedef almamaya karar verdi. ABD'nin zaferi ve Tokyo'ya girişi sonrasında hesap sorulup yargılanan Japon liderleri arasına onu da dahil etmekten kaçındı. Bu karar Amerikan-Japon uzlaşmasını ve Japon halkının Amerikalıları kabul etmesini sağladı. Hirohito saygın bir imparator olarak kaldı ve 45 yıl daha yaşadı.

Ayetullah Ali Hamaney manevi bir lider ve ona gelecek herhangi bir zarar, İsrail ve ABD'nin sahadaki zaferinin boyutu ne olursa olsun, iyileşmeyecek yaralar açacaktır.

Dini Lider cumhurbaşkanı gibi değil, ömür boyu kalıcı bir otorite. Ayetullah Humeyni'nin 1988'de yaptığı gibi, barışın sağlanmasında önemli bir rol oynayacaktır. Irak ile İran arasındaki savaşın ancak iki ülkeden birinin veya her ikisinin tamamen yok olmasıyla biteceğini sandığımız bir anda, Humeyni Irak ile savaşı durduracağını açıklayarak savaşı bitirmişti. O dönemde İran rejiminde, dönemin merhum Dini Lideri dışında hiç kimsenin komşu Irak ile savaşı sona erdirme çağrısı yapmaya cesaret edemediğini hatırlıyoruz.

Kimileri savaş sarhoşluğuna, muazzam askeri gücün ve geçici zaferlerin cazibesine kapılarak, onlarca, asırlarca bitmeyecek kinlerin yaratılmasına sebep olurlar. Oysa bunu yapmadan da zafere ulaşabilirler.

İsraillilerin, Lübnan ve Gazze'de yaptıkları gibi, İran'ın derinliklerine ve İran liderliğinin sığınaklarına ulaşmalarını sağlayacak bilgiyi elde etme kabiliyetine ve yıkıcı güce sahip olduklarına şüphe yok. Ancak İran'ın Dini Lideri, geçen yıl suikasta uğrayan Hizbullah Genel Sekreteri Hasan Nasrallah ile kıyaslanamaz. Anlam farkı büyük, hata ise ciddi.

Yaklaşım tamamen doğru olmasa da bir dini veya kabile lideri olmayıp, Baasçı olduğu halde, Saddam Hüseyin'in 2006 yılında Kurban Bayramı’nda idam edilmesinin bedeli ağır olmuştu. Daha sonra Amerikalı generaller arayı bulmaya ve Sünni güçlerle uzlaşma sağlamaya çalıştılar, ancak başarılı olamadılar. Bunun acısını hâlâ Washington ve Irak nüfusunun yarısı çekiyor. Amerikalılar bu menfur hatayı önleyebilir, uçurumu kapatıp, askeri zaferleri ardından açılan savaş yaralarını sarabilirlerdi.

İsrailliler 1967 ve geçen yıl olduğu gibi şaşırtıcı askeri zaferler elde edebilirler, ancak bu büyük savaşı kazandıkları anlamına gelmez. Son yarım yüzyıldır bildiklerimizi ve deneyimlediklerimizi değiştirecek yeni ve önemli bir tarihi döneme girmek üzereyiz. Bu, değişimi mümkün mertebe mutabakat ile sağlamak için güç kullanmadan ya da aşırıya kaçmadan güç tehdidinin kullanılmasını gerektirmektedir. Bu, İsrail, ABD, İran ve bölge ülkeleri de dahil olmak üzere herkesin yararınadır. Galip veya mağlup herkesin tansiyonun düşürülmesi ve kolektif barışın sağlanmasında çıkarı vardır.