Tevfik Seyf
Suudi yazar ve düşünür
TT

Arkasında masonluk vardır

Arap toplumunun, “kurban kompleksinden”, yani uluslararası sahnede oluşan herhangi bir politik veya ekonomik denklemde her zaman zayıf ve ezilen tarafta olduğuna dair inancından kurtulması gerekiyor. Bu kompleks, düşman komplolarından sık sık bahsetmemizin, düşmanın gücünü abartmamızın ve genel olarak aşırı biçimde büyülü, metafizik ve maddi olmayan çözümleri kabul etmemizin arkasındaki nedendir.

Bu komplekse sahip olanlar, sorunun nedenlerini araştırmazlar veya takıntılarını inkar edenleri veya dertlerine çözüm önerenleri dinlemezler. Bunun yerine, düşmanlarının içlerinde sakladıklarına emin oldukları gizli “niyetlere” ve iradelere odaklanırlar. Bu gizli komploları müjdeleyenlere sorsanız, tereddüt etmeden “Düşmanın niyetlerini alenen duyurmasını mı bekliyorsunuz?” diye cevap verirler. Yani, düşmanın gerçekte ne gizlediğini bilmedikleri itirafları, birkaç dakika içinde gizlenen şeyi bildikleri iddiasına dönüşür ki bu en şaşırtıcı şeydir.

İster gerçekleşmiş olsun ister gelecekte gerçekleşmesi beklensin tüm hayal kırıklıklarımızın masonluğa bağlandığı bir dönemden geçtiğimizi hatırlıyorum. Bu sakat görüşe sahip olanlar, masonluğun muazzam potansiyelinin ve en zor mevkilere bile nüfuz edebilme yeteneğinin her zaman altını çizerler. Öyle ki şimdiye kadar İslam'ı zayıflatmak ve Müslüman ülkeleri yok etmek için, Doğu'da ya da Batı'da tüm etkili kişileri, gelecekte etki gücüne sahip olacağını düşündüğü herkesi seferber etmiş ve yönlendirmiştir.

İçinde anlatılan hikayeler doğru olsaydı, masonluğun bugün Amerika Birleşik Devletleri, NATO, Çin ve Japonya'nın toplamından daha güçlü olacağı düzinelerce kitap yayınlandı. Bu kitaplarda bahsi geçen mason planının üye listeleri arasında devlet ve uluslararası örgüt başkanları, askeri komutanlar, bakanlar, bilim insanları, ekonomistler, akademisyenler ve hatta çeşitli dinlerin dini kurumlarının liderlerinin adları yer alır.

Şaşırtıcı olan, bu kurban kompleksinin sıklıkla kendini yüceltme, kendini büyük görme ve başkalarına karşı kendini övme ile örtüşmesidir. Bu ikiliğin karikatürize edilmiş bir biçimde ortaya çıktığı tartışmalara katıldım. Örneğin, Kuveyt'te bir üniversite profesörünün Müslümanların geçmişteki üstün başarılarını ve bilimdeki önceliklerini anlattığı bir sempozyumu hatırlıyorum. Katılımcılardan biri ona geçmişteki bu bilimsel hareketin neden durduğunu ve çağdaş Arapların bundan nasıl koptuğunu sormuştu. Konuşmacı, bunun nedeninin Batı'nın komploları olduğunu, bağımsız ve ondan daha güçlü olmaları korkusuyla, Arapların medeniyet trenine binmelerini engellediğini söylemişti. Birkaç örnek vermiş ve Batı'ya katılmayı reddettikten sonra Batı'nın öldürdüğünü söylediği bilim adamlarının isimlerini sıralamıştı.

Değerli okuyucularım benzer ifadeleri duymuş veya okumuş olabilirler. Bazıları bu konuşmaların iki kısmı arasındaki çelişkiyi de fark etmiş olabilirler; bilimde üstünlük iddia eden kısım ile Batı'nın bilimsel araştırmayı sürdürmemizi veya bilim alanında ilerlememizi engellediğini iddia eden kısım.

Çelişkili diyorum çünkü bilim, Tatarların Dicle'ye attıkları iddia edilen kitaplar veya bunlar ya da şunlar tarafından öldürüldüğü söylenen bilim adamları değildir. Eğer kanıt istiyorsanız, şehirleri, fabrikaları ve okulları İkinci Dünya Savaşı'nda yıkılan ancak 30 yıldan kısa bir sürede her zamankinden daha güçlü ve daha gelişmiş bir şekilde geri dönen Japonya ve Almanya'ya bakınız. Savaş 1945'te sona erdi ve 1970'lerin başında her iki ülkedeki bilimsel ve endüstriyel üretim, egemen güçler olan ABD, Rusya ve İngiltere ile rekabet ediyordu.

Bilgi, sınırlı bir seçkinler topluluğuyla sınırlı olmadığı sürece kitapların yakılması veya bilginlerin ölümüyle ortadan kalkmaz. Sınırlı olması halinde bir medeniyet inşa etmediğini de biliyoruz. Bahsettiğimiz bilgi, bir bilgi toplumu yaratan bilgidir; yani düşünce ve eylemlerini bilginin ruhunun, bilimsel standartların yönettiği bir toplumdur.

Özetle, geri kalmışlığımızın sorumluluğunu düşman veya başka birinin omuzlarına yüklemek, insanları rehavete sürükleyen kurban kompleksinin bir tezahüründen başka bir şey değildir. Dahası bu kompleks adaletsizliğe uğradıkları hikayelerinde veya kendilerinden daha zayıf olarak gördüklerine karşı adaletsizce davranarak kendilerine teselli aramalarına da neden olur. Hepimizin bu durumu az veya çok somutlaştıran olaylara tanık olduğumuza inanıyorum.