Geçen yüzyılın başlarında, Fransız filozof Henri Bergson, daha sonra “Gülme” adında bir kitapta topladığı üç deneme yayınladı. Bu kısa kitap, Bergson'ın en önemli mirası olabilir, zira Aristoteles'in trajediyi ele alış biçimine benzer şekilde, bazıları tarafından komedinin felsefi bir incelemesi olarak görüldü.
Bergson, denemelerinde muz kabuğuna basarak kayma konusuna değinir ve insanların bunu komik bulduğunu, çünkü kayan kişinin dengesini bulmaya çalışan ve düşmemeye çalışan bir şey gibi davrandığını belirtir. Ona göre bunun nedeni, beklenmedik bir düşüşün insanın yürüme becerisiyle çelişmesi ve bu nedenle şaşkın davranışlarını bir makinenin hareketlerine benzetmesidir.
Ancak kayan biri elini veya ayağını kırarsa gülmeyi bırakırız. Bir makinenin hareketinin tam tersi olan bu insani durum, herhangi birimizin başına gelebileceği için, bizim düşen kişiye ve acılarına karşı sempati duymamızı sağlar.
Bergson'un bu örnekle söylemek istediği, insan acısının gülmenin konusu olamayacağıdır. Charlie Chaplin, anılarında, Holokost'tan haberdar olsaydı, Hitler ile alay edip onu küçümseyen “Büyük Diktatör” filmini çekmeyeceğini yazmıştı. Zira insani acının olduğu yerde, alayların hedefi acıyı veren kişi olsa bile, gülmek orayı terk eder.
Bu, karşıdakine “gülen” değil, onunla “birlikte” gülen bir mizah ekolüdür. Bergson'un da dediği gibi, bir insanın tek başına gülmesi zor ve nadirdir; başkalarıyla gülmekse daha kolay ve daha yaygındır, çünkü gülmekte kolektiflik esastır.
Öte yandan, en yüksek tezahürü faşizm, özellikle de onun Alman kolu olan bir mizah ekolü de vardır. Acı ve engelliler ile alay eder, engellileri fiziksel olarak yok ederek ve acı çekenleri hor görerek cezalandırır.
Faşist mizahta -ki bu gerçekten anlamsız bir terimdir- tekrarlanan tema, sakallı muhalifleri veya düşmanları sakallarını kesmeye ve hint yağı içmeye zorlayarak alay etmekti. Buna karşılık, “gerçek Aryan olmayan kadınlar” ve “efemine” erkeklerin yanı sıra, Yahudiler, yabancılar ve solcular gibi diğer zayıflar da bu “mizahın” sürekli “kahramanı” oldular. Bu mizah, güçlü ve silahlı adamın “erkek” kategorisinden çıkarılıp “kadın” kategorisine yerleştirilen zayıf ve savunmasız adam ile alay etmesine dayanır.
Bu mizah ve alay anlayışının altında yatan tutum gayet iyi bilinir; fiziksel ve zihinsel olarak güçlü olmayan ve “yaşamaya layık” olmayan herkes, en azından Hitler'in Kavgam adlı kitabına göre, ölmelidir. Çünkü ölümü, sakatlıklarının çocuklarına geçmemesini sağlar. Aynı şey, tedavi edilemez olanlar için de söylenebilir; öyle ki onlardan kurtulmak, “daha iyi bir kalite lehine bir düzeltme önlemi” haline gelir. Bu tür insanlar savaşçı değildir ve asla da olmayacaklardır; aksine, ulus, devlet ve hastaneler için kalıcı bir mali yüktürler.
Büyük komedyen Woody Allen, “İnsanlar sizden zayıflığınız yüzünden değil, gücünüz yüzünden nefret eder” dediğinde, bu anlayışın tamamen zıttı bir duruş sergilemişti. Bu nedenle sinematografik çalışmaları, diğerlerinden daha zayıf olan insanların durumunu aktarmış, duygusal ve kişisel başarısızlıkların ve belirli bir sosyal ve davranışsal norma uyum sağlayamamanın evrensel ve insani deneyimlerini yansıtmıştı. Burada üstünlük, gücü ve kahramanlığı sayesinde alay konusu olan “kahraman”a değil, “anti-kahramana” aittir.
Ancak Woody Allen'ın alay ettiği güç kahramanlığı, yanılmaz bir lidere ve yanılmaz bir doktrine takıntılı olanlar ve askeri geçit törenlerinde gördüğümüz gibi, mekanik olarak programlanmış insanlar tarafından yüceltilen kahramanlıkla aynıdır. Bu, onları yalnızca zayıflıklarından değil, aynı zamanda insanlıklarından da mahrum bırakır. İdeolojik ve yarı-ideolojik orduların geçit törenlerini izleyen herkes, güzel ve uyumlu bir sahneye dönüşen, aynı zamanda gülünç olan bu mekanikliği gözden kaçırmayacaktır.
Birkaç yıl önce, Hizbullah gücünün zirvesindeyken, direniş kanadı, özellikle sosyal medya aracılığıyla, zayıf ve silahsız insanlarla alay etmeyi bir mizah olarak sunmaya başlamıştı. Ancak “destek savaşı”ndan sonra, bu eğilim, yenilginin yarattığı artan gerginlik ve kızgınlıkla birlikte devam etti. Her iki durumda da, gülmekten ziyade tiksinti uyandıran mizah, yalnızca ebeveynlerinin Hizbullah’a karşı çıkması nedeniyle özel gereksinimli çocukları ve suikast girişimlerinden kurtulan ama engelli haline gelen kadın ve erkekleri hedef aldı. Bu suikastı gerçekleştirenler ile kurbanlarıyla alay edenler arasındaki akrabalık da biliniyor.
Bu mizah hastaları ve akıl hastalarını güldürse de, birçok sağlıklı insan bu davranışa ve ardındaki ahlaki değerlere karşı çıktı ve çıkmaya devam ediyor.
Gerçek şu ki, bu direnişçi ortamlarda mizah ve neşe duygusunun olmamasının başka bir nedeni daha var. Hain, ajan, böcek, fare gibi muhaliflere atfedilen sıfatlarla dolu edebiyatları, gülme ve mizah alanını aşarak, beceri ve profesyonelliğin ön plana çıktığı doğrudan cinayet ve imha alanına geçiş yapıyor.