Gazze'deki histerik saldırı ve yangın, bununla ilgili müzakerelerin Doha'da Hamas liderlerine yönelik suikast girişimiyle hedef alınması, ölümcül bir siyasi çıkmaza ve bölgedeki İsrail ölüm makinesinin artan şiddetine işaret ediyor. Bu durum, Binyamin Netanyahu ve hükümeti iktidarda kaldığı, Doha saldırısının kurbanlarının kanı henüz kurumamışken, ABD Dışişleri Bakanı Marco Rubio'nun İsrail ziyaretinin de kanıtladığı gibi, Donald Trump yönetimi, kendisine körü körüne destek vermeye devam ettiği sürece geçerli.
Durgunluk ve askeri makinenin yerini siyasetin alması konusundaki ısrar, bir sonraki aşamayı karakterize ederse, bölge ülkeleri belirsiz bir çözüm bekleyerek seyirci rolü oynamakla mı yetinecekler yoksa bu arayı iç cephelerini güçlendirmek, etkileri sınırlamak ve Washington'a politikasını revize etmesi için azami baskı uygulamak için mi kullanacaklar?
Filistin, Suriye ve Lübnan bu dönemin en önemli kurbanlarıdır. Bunların başında da İsrail'in kontrolsüz suç ve ihlallerinin 7 milyon Filistinlinin iradesini ve kararlılığını kırmayı başaramadığı Filistin geliyor. İsrail'in saldırılarının hedefinde ve merkezinde yer alan Suriye ise Arap siyasi, ekonomik ve diplomatik desteğine şiddetle ihtiyaç duyuyor. Yeni yönetim, ülkeyi muğlak ve yıkıcı İsrail müdahalelerinden korumak için kayda değer adımlar atarken, İran, içerideki aparatları veya Lübnan ve Hizbullah aracılığıyla ülkenin veya bazı kısımlarının kontrolünü geri alma girişimlerini sürdürüyor. Görünüşe göre Suriye liderliği, İsrail ile anlaşma imzalamaya yakın ve bu da daha sonra kendisinin, başta Kürt sorunu olmak üzere diğer zorluklarla yüzleşmesine olanak tanıyacaktır. Kürt sorununun yanı sıra yeni yönetim, anayasa ve ayrımcılık yapılmaksızın tüm Suriyeliler için bireysel özgürlükleri ve eşitliği garanti altına alan mevzuatlarla ilgili iç meseleleri de ele almalıdır.
Lübnan’a gelince, geçen yıl cumhurbaşkanı seçiminden ve hükümetin kurulmasından önceki döneme kıyasla kayda değer bir değişim kaydetti, fakat bu, tehlike aşamasını geçtiği veya toparlanma yoluna girdiği anlamına gelmiyor. Temel ikilem olan Hizbullah'ın silahı ve İran ile ilişkileri hâlâ çözümsüz. Ancak, hükümet bir sonraki aşamayı iyi yönetir, acil ve gerekli adımları atarsa Lübnan, Suriye'nin de karşı karşıya olduğu iç ve dış zorluklara adapte olabilecektir. Bu zorluklara, askeri operasyonların durdurulması anlaşması ve hükümetin bu konudaki kararı ışığında, silahın devletin elinde toplanmasına ve egemenliğin pekiştirilmesine giden her türlü yolu engelleyen İsrail'in engelleyici tutumları da dahil.
Bu aşamanın zorluklarıyla başa çıkmak, Lübnan-Suriye ilişkilerinde, miras kalan düğümlerin ve biriken engellerin üstesinden gelen tarihi bir çözümün derhal başlatılmasını gerektirir. Bunların başında, her iki tarafta da sınırların kontrol edilmesi, Hizbullah'ın yeniden silahlanmasını ve düşman güçlerin Suriye'ye sızmasını engellemek için Lübnan'daki eski rejimin kalıntılarının varlığıyla mücadele yer alıyor. Bu açıdan bakıldığında, özellikle uyuşturucu kaçakçılığının durdurulması gerekliliği açıkça ortaya çıkıyor. Bunun ardından, sınırların belirlenmesi, daha sonra da mülteciler, tutuklular ve kayıp kişiler sorununun ele alınması gerekiyor. İsrail'in meydan okumalarıyla yüzleşmek, yakın koordinasyon; hatta iki ülkenin bu konulardaki tutumlarının birbirini tamamlayıcı olmasını gerektiriyor.
Suriye ile ilişkilerin ele alınmasının ardından, Lübnan’da otorite sadece silah ve mali destek yoluyla değil, aynı zamanda silahın devletin elinde toplanması kararını destekleyici hesaplı adımlar atmasını sağlayarak orduyu güçlendirmeli. Bunun için öncelikle silahların giriş ve çıkışı kontrol altına alınmalı ve mutlaka güç kullanmadan militanların hareketi engellenmeli. Bu tür önlemler, Hizbullah'ın yeni silahlar edinmesi veya mevcut silahları geliştirmesi engellendiğinde, onun cephaneliğinin değerini düşürecektir.
Paralel olarak, özellikle savaştan etkilenen bölgelerde, vatandaşlara temel hizmetler sunulmalı, böylece insanlar devletin varlığını ve ciddiyetini hissedebilmelidir. Ama bu, devlet otoritesinin ortaksız olarak genişletilmesi meselesiyle bağlantılı olan kapsamlı reform ve yolsuzlukla mücadelenin yerini tutmaz.
Ayrıca, bir sonraki aşama, mevcut yasanın eksikliklerini gideren ve aynı meclisin yüzeysel değişikliklerle yeniden seçilmesini önleyen geliştirilmiş bir yasa uyarınca yeni bir meclis seçilmesini de gerektiriyor. Bu noktada, siyasi forumların, derneklerin ve bağımsız sivil toplum gruplarının harekete geçirilmesi, meclisin yapısını değiştirmek için ilave bir itici güç oluşturacaktır.
Bu iç süreçlerin başarısı da bölgesel gelişmelere bağlı. Seçimlerden önce veya seçimlerin sonucunda İsrail'de değişim kaçınılmaz. Gözlemcilerin çoğu, Netanyahu hükümetine bir yıldan fazla bir ömür biçmiyor ve Netanyahu taraflarından biri olsa bile, kurulacak herhangi bir yeni hükümet mevcut hükümetten daha az katı olacaktır. Müttefikleri ve rakipleriyle yaşadığı dış ve iç çekişmelerden huzursuz ABD, bu değişime engel teşkil etmeyecektir. Aksine, Washington'u İsrail konusundaki tutumuyla ilgili bazı politikalarını revize etmeye sevk edecek gelişmeler yaşanabilir veya Başkan Trump'ın ruh halindeki bir değişiklik sonucunda bu gerçekleşebilir.
Burada Arapların, İsrail ve ABD'de beklenen değişimden yararlanmak, İsrail çılgınlığının üstesinden gelmek için Lübnan ve Suriye'yi kucaklamak gibi bir sorumluluğu olduğu açıkça ortaya çıkıyor. Bu kucaklama, önemli olmakla birlikte, Washington üzerinde bölgesel bir baskı cephesi kurma, hesaplarını etkileme ve onu daha dengeli bir yaklaşıma itme gibi daha geniş bir süreçle tamamlanmadığı sürece yetersiz kalacaktır. Ancak o zaman Şam'da Şara’nın, Beyrut'ta Joseph Avn ve Nevvaf Selam'ın başlattıkları, münferit adımlardan, yeni bir bölgesel haritanın kapısını açan, bölgeye mevcut çıkmazdan kurtulmak için ciddi fırsat sunan entegre bir sürece dönüşebilir.