Cuma Bukleyb
TT

Yeniden gözden geçirme, İsrail'i bir felaketten kurtarabilir mi?

Yukarıdaki başlıktaki soru, eşi benzeri görülmemiş olayların, gelişmelerin ve hadiselerin alacağı seyri çevreleyen olağanüstü belirsizliğin ortasında, bölgedeki siyasi ve askeri gelişmeleri takip eden herkese kendisini dayatıyor. Zira barış aynı anda hem yakın hem de uzak görünüyor. Ve İsrail, tarihinde ilk kez, askeri olarak vahşet derecesinde güçlü, ancak aynı zamanda uluslararası alanda zayıf ve izole görünüyor. Dahası bağımsız bir Filistin devletinin kurulması artık hem mümkün hem de imkânsız!

Artık iki dönemden oluşan bir Ortadoğu'dan bahsetmek mümkün: Gazze Savaşı öncesi dönem ve Gazze Savaşı sonrası dönem. İlk dönem açık, ikincisi belirsizliklerle dolu.

Netanyahu'ya muhalif İsrailli partiler, Likud Partisi'nin aşırı sağ partiler ile koalisyon hükümeti kurmasından önce bile, 20 yıldan fazla bir süre boyunca bağımsız bir Filistin devletine dair bir vizyon ortaya koymadılar. Filistin devletini tanımama konusunda aralarında bir fikir birliği varmış gibi, liderlerinden, “iki devletli çözüm”ü kabul ettiklerini teyit eden tek bir açıklama bile gelmedi.

Filistin Devleti'nin uluslararası alanda, özellikle de İngiltere gibi müttefik Avrupa ülkeleri tarafından tanınmasında yaşanan son artışın ardından Netanyahu, bu tanımaları Hamas'a bir ödül olarak tanımlayarak önemini küçümsemeye çalıştı. Bu tutum Washington tarafından da benimsendi. Ayrıca, hükümetinin buna vereceği tepkiyi ABD ziyaretinden dönüşüne kadar ertelemeye çalıştı ki bu da Washington'un onayını önceden alma arzusunda olduğunu teyit ediyor.

Gözlemciler ve analistler, Batı Şeria ve Filistin Ulusal Otoritesi'nin geleceğinin Washington'daki görüşmenin konuları arasında olması olasılığını dışlamıyor. Başkan Trump, Ortadoğu'dan bazı Arap ve Müslüman liderlerle ABD'de yaptığı son toplantıda, İsrail'in Batı Şeria'yı ilhak etmesine izin vermeyeceğine söz verdi. Ama İsrail'in Katar'a bir daha asla saldırmayacağına dair sözünden sonra, Netanyahu'nun çıkıp Filistinli liderleri sınır dışı etmeyi reddetmesi halinde Katar'a yeniden hava saldırısı düzenlemekten çekinmeyeceğini vurgulayan açıklaması göz önünde bulundurulduğunda, bu sözü dikkatli bir şekilde ele almak gerekiyor.

Şu anda, İsrail'in Mayıs 1948'deki kuruluşundan ve duyurulmasından bu yana tarihinde eşi benzeri görülmemiş bir uluslararası siyasi izolasyon aşamasına girdiğini görüyoruz. Siyasi izolasyonu da komşuları değil, tanınmış tarihi Avrupalı ​​müttefikleri uyguluyor. Medyada çıkan haberlere göre, Binyamin Netanyahu, yakın zamanda İsrail'in uluslararası toplumdan izole olduğunu ve bir ekonomik kriz yaşadığını ilk kez kabul etti. İsrail'de kapalı bir ekonomi olarak tanımladığı bir sistemin benimsenmesinin olası olduğuna işaret etti. İsrail medyasında çıkan haberler, Tel Aviv Borsası'nda keskin bir düşüş yaşandığını ve sermaye ve teknoloji adamlarının ülkeden kaçtığını teyit ediyor.

Buna rağmen, iktidardaki sağcı koalisyonun liderleri gerçeklere gözlerini yumuyor ve Amerikan siyasi ve askeri desteğiyle, kimsenin nereye varacağını veya nerede duracağını bilmediği belirsiz bir yolda istikrarlı bir şekilde ilerlemeye devam ediyorlar. Aynı zamanda bu, Netanyahu'nun İsrail'i bir Ortadoğulu Sparta’ya yani onu müstahkem, kendi kendine yeten bir askeri kaleye dönüştürme çabaları hakkındaki son açıklamasını akla getiriyor. Hem de Yunanlı Sparta'nın tarihsel olarak başına gelenleri bilmesine ve idrak etmesine rağmen.

Doha'ya yönelik hava saldırısı, bardağı taşıran son damla oldu. Bunun ardından Mısır Cumhurbaşkanı, iki ülke arasında barış anlaşmasının imzalanmasından bu yana ilk kez İsrail'i düşman olarak nitelendirdi. Dahası, Sykes-Picot Anlaşması Avrupa'nın bölgedeki hegemonya projesini çerçevelemek, korumak ve hayata geçirmek için doğduğundan, tarihsel olarak temsil ettikleri göz önünde tutularak, ABD'nin Lübnan Özel Temsilcisi Tom Barrack, Netanyahu'nun artık Sykes-Picot sınırlarını umursamadığını açıkladı. Tüm bu olanlar İsrail’in ulusal güvenliğini koruma bahanesiyle oluyor.

Başlıktaki soruya dönersek, Gazze savaşı sonrası dönemdeki Ortadoğu'nun ilk hatlarını bile belirlemek mümkün değil.

Bugün yaşananlar, Ortadoğu'nun hâlâ açık bir çatışma alanı olduğunu ve bir sonraki adımın ancak bu birikmiş krizlerin etkilerinin gözlemlenmesiyle öngörülebileceğini, bunun da daha önce söz konusu olmayan seçeneklere kapı açabileceğini bir kez daha teyit ediyor. Bu en olası senaryo.

Tek ışık, İsrail'in ekonomik krizlerinin ve siyasi izolasyonunun, liderlerini radikal politikalarını yeniden gözden geçirmeye ve barış yoluna geri dönmeye zorlayarak bir çözüme giden yolun taşlarını döşemesi umudunda yatıyor olabilir. Zira tarih, gerçek bir barış olmadan yalnızca askeri gücün sürdürülebilir bir güvenlik sağlayamayacağını gösteriyor. Bu pek olası bir ihtimal değil.