Ünlü sosyolog Max Weber'in aslında 1919'da Münih Üniversitesi öğrenci birliğine verdiği uzun bir ders olan “Meslek Olarak Siyaset” adlı kısa deneme, 20. yüzyılın ikinci yarısında, siyasi eylemi ve etiğini yorumlamaya adanmış çalışmaların yükselişiyle eş zamanlı olarak yaygın bir popülerlik kazandı. Weber'in bu derste, genellikle üniversite öğrencileri arasında yaygın olan idealizm karşısında rasyonalizmi teşvik etmeyi amaçladığı anlaşılıyor. Bu, özellikle Almanya'nın Birinci Dünya Savaşı'ndaki aşağılayıcı yenilgisinin akabinde, aşırı milliyetçiliğin yükselişi sebebiyle önemliydi. Nitekim bu milliyetçiliğin daha sonra Adolf Hitler liderliğindeki Nazi hareketi gibi popülist siyasi hareketler için verimli bir zemin sağladığı söylenir.
Dersin temel mesajı şudur; siyasette kariyer yapmak isteyen herkes, vaaz vermekle siyaset arasındaki temel farkları kavramalıdır. Siyaset yapmak, siyasi söylemden tamamen farklıdır. Aynı zamanda diğer mesleklerden de farklıdır. Basit bir ahlak anlayışını korumak istiyorsanız, siyaset bunun yeri değildir. O, karmaşık bir ahlak anlayışının hâkim olduğu, kişinin iyi ile kötü arasında değil, kötü ile daha kötü arasında zorlu seçimler yapmak zorunda kaldığı bir alandır. Burada kişi, her durumda bir karar almak zorundadır, aksi takdirde o alandaki rolünü kaybeder.
Weber'e göre siyasetin özü, baskı ve şiddet araçlarıyla olan bağlantısıdır. Bir ibadethanedeyken başkalarına zarar verme, zayıflara zulmetme, çevreye zarar verme vb. kategorilere giren eylemlere karşı uyarılar duyarsınız. Vaiz size, bu eylemlerin Allah’ın gazabına uğramanıza neden olacağını ve ahirette cezasını göreceğinizi söyler. Okuldaysanız, öğretmeniniz size trafik kurallarını, yapı yönetmeliklerini ve benzeri kuralları ihlal etmenin para cezalarına, maddi kayıplara ve hatta hapis cezasına yol açabileceğini söyler. Her iki durumda da konuşmacı, dinleyicileri yönlendirmeye ve kendilerine zarar verebilecek eylemlerden kaçınmaları için onları ikna etmeye odaklanır. Ancak siyasetçi, kimseyi ikna etmekle vakit kaybetmez; aksine, ihlal eden herkesin cezalandırılacağını açıkça belirten kararlar alır. Dolayısıyla, bir siyasetçi ile diğerleri arasındaki fark, siyasetçinin doğrudan şiddet tehdidinde bulunması ve bunu uygulayacak araçlara sahip olmasıdır. Vaiz ve öğretmenin rolüyse, eylemlerinin olası sonuçlarına “dinleyicilerin dikkatini çekmekle” sınırlıdır.
Başka bir deyişle, siyasi eylemin özü, insanları siyasetçinin istediğini yapmaya zorlamak ve istemediği şeyi yapmalarını engellemektir. Bu direktifler bazen insanların arzularıyla örtüşebilir, ancak çoğu durumda ceza korkusuyla siyasetçinin emrettiği gibi davranırlar.
Max Weber'i böyle konuşmaya iten neydi? Giriş bölümünde, kusursuz ahlak kisvesine bürünmüş idealist eğilimleri ele alma arzusunda olduğundan bahsetmiştim. Aslında, bu eğilimler hayatın gerçeklerinden ve ihtiyaçlarından çok uzaktır. Başka bir deyişle, hepimiz tüm etkileşimlerde; ebeveynler ve çocuklar arasındaki etkileşimler, arkadaşlar ve komşular ile etkileşimler, tüccarlar ve tüketiciler arasındaki etkileşimler, devlet adamları ve vatandaşlar arasındaki etkileşimler veya bu ülkenin vatandaşları ve diğer ülkelerin vatandaşları arasındaki etkileşimlerde zorlama ve sertlikten nihai olarak kurtulmayı temenni ediyoruz. Bu bir temenni. Ancak gerçekte, bazen, hatta çoğu zaman zorlayıcı önlemlere başvurmadan bir ülkeyi yönetmek imkansızdır.
Akıllı hiçbir insanın bunu inkar edeceğini sanmıyorum. Ne var ki akılcı bir insan, şiddet tehdidini yalnızca savurmaktan, onu ayrım gözetmeksizin kullanma, yani onu ikincil bir araçtan insanlarla etkileşimde tek yola dönüştürme, örneğin, insanlarla diyaloğu bırakıp, en ufak bir şey için bile onları hapis, para cezası ve diğer cezalarla tehdit etmeye yönelme hatasına düşülmesinden korkar.
Öte yandan, bir siyasetçinin bir vaiz rolünü üstlenmesi, yani sorunları güç kullanarak bile olsa çözmekten vazgeçmesi beklenmez. Eğer böyle yaparsa, asıl görevi olan ülkeyi yönetmeyi ihmal etmiş olur. Ve içeriğinde şiddet olsa bile, hiç kimse bir yöneticinin yönetmek yerine vaaz vermekle meşgul olmasını istemez.