Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman'ın Amerika Birleşik Devletleri'ne varışından kısa bir süre sonra, Suudi diplomasisinin Gazze savaşını sona erdirmek ve Filistin davasını rayına sokmak için son iki yıldır gösterdiği yoğun çabaların meyveleri görülmeye başladı. Güvenlik Konseyi, Gazze'yi kurtarma, barışı gözetmek için uluslararası güçlerin konuşlandırılması ve bir Filistin devletinin önünün açılması ile ilgili ikinci aşamaya yönelik Amerikan karar taslağını onayladı.
Krallık, Arapları ve Müslümanları bu imha savaşına karşı harekete geçirdi. ABD Başkanı Donald Trump'ın kabulünün ardından Suudiler, Fransızlarla birlikte kararı uluslararası alanda yaymaya çalıştılar ve 150'den fazla ülkenin desteğini aldılar. Başkan Trump'ın bir yıl önceki söylemleri ile mevcut söylemleri arasında yapılan bir karşılaştırma, ABD yönetiminin (Suudi Arabistan’ın baskısının etkisiyle) tutumunda tam 180 derecelik değişim yaşadığını ortaya koyuyor. Zorla göç ettirme ve “Riviera” düşünceleri yerine, Gazze'de barış amaç oldu ve odak noktası Filistin davasına yönelik yeni bir vizyona kaydı. Krallık tüm bunları başarırken büyük bir propaganda veya tanıtım yapmakla ilgilenmedi. Veliaht Prens'in ziyareti, Filistin ve yakın gelecekle ilgili tüm konularda detaylı istişareler için bir fırsat sundu. Abraham Anlaşmaları’na gelince, Veliaht Prens’in dediği gibi iyi bir şey, ancak iki devletli çözümden sonra geçerli olabilir.
Suudi Arabistan liderliği, yalnızca Filistin'de değil, aynı zamanda en başından beri değişimi desteklediği Suriye'de de tehlikeli koşullarla mücadelenin yükünü taşıyor. Veliaht Prens, Kongre'de Suriye'ye yönelik yaptırımların kaldırılmasını talep etti. Veliaht Prens ve Başkan, Lübnan'ı ve Sudan'daki savaşı da unutmadı. ABD ve Suudi Arabistan savaştan zarar görmüş ülkede müzakereli bir çözüm için Cidde Platformu’nda birlikte çalışıyor. Ziyaret sırasında uluslararası ilişkilerde ele alınmadık hiçbir konu kalmadı ve Veliaht Prens’in bu konularla ilgili tutumları belirliydi, Amerikan Başkanı da hemen bunlara karşılık veriyordu. İran konusundaki tutumla ilgili olarak bile Veliaht Prens'in yanıtı, savaşın tekrarlanmasını önleme konusundaki istekliliğini ve müzakerelere dönüş için arabuluculuk yapma niyetini gösteriyordu.
Veliaht Prens, Başkan Trump'ı bir barış elçisi olarak tanımlayıp övdü. Başkan da Prens Muhammed'i barış girişiminin başarısına ortak etmek istedi ve Suudi Arabistan'ın insan hakları alanında kaydettiği ilerlemeye duyduğu hayranlığı dile getirdi.
ABD-Suudi Arabistan arasındaki ikili iş birliği programları zaten biliniyordu, ancak bunlar şimdi sayıları, ölçekleri ve kapsamları ile şaşırtıcı boyuta ulaştı. Yatırımlar 1 trilyon dolara ulaştı. Bu yatırımlar, yapay zeka, yarı iletkenler, nadir toprak madenleri ve savunma sektörü (Suudi Arabistan'a F-35 savaş uçakları tedariki) dahil olmak üzere teknolojik ilerlemenin tüm alanlarını kapsıyor. Ayrıca barışçıl nükleer program da gündemdeydi.
Veliaht Prens, Usame bin Ladin dönemine değinerek, terör eylemleri ile Washington ile Riyad arasındaki güçlü ittifakı baltalamayı amaçladığını belirtti. Ancak, terörizmle mücadelenin iki taraf arasındaki iş birliğinin önemli bir özelliği olmaya devam ettiğini ifade etti.
Hamas da dahil olmak üzere tüm Filistinli silahlı örgütlerin, “uluslararası güç” ve “barış kurulu” dahil olmak üzere Gazze ve Filistin'deki Amerikan projesine karşı ortak bir tavır ilan etmesi dikkat çekici. Bu arada, Krallık ve Filistin Ulusal Otoritesi, Güvenlik Konseyi tarafından onaylanan Amerikan karar taslağını memnuniyetle karşıladı. İsrail içinde ise taslak bölünmeye yol açtı ve Binyamin Netanyahu'nun olumlu tutumu, hükümetinin geleceği konusundaki endişeleri de içeriyordu.
Sudan, Libya, Suriye, Lübnan ve Irak'ta olduğu gibi, Filistin ile ilgili de Veliaht Prens'in tavrı yıllardır açık ve net: Kurtuluş ve meşrulaştırma milisleri, devlet inşa projesinin başlıca düşmanıdır ve bir devletin kurulabilmesi için siyasi ve güvenlik alanlarından uzaklaştırılmaları gerekir.
Bütün bunlar ne anlama geliyor?
Ziyaret, Veliaht Prens'in de “barışçıl nükleer enerji” ve çeşitli alanlardaki ortaklıklar da dahil olmak üzere iş birliği alanlarını ve genişleyen ufuklarını sıralarken ifade ettiği gibi, gerçekten tarihi bir öneme sahip. Bu, gücünün kaynağında çağın standartlara göre ilerleme, yenilikçilik, yeni ve ileri teknolojiler geliştirmede ilerleme yatan, böylece hem kendi barışını hem de Körfez barışını koruyarak Ortadoğu veya Maşrık’ta (Levant) devleti yeniden tesis eden çok güçlü bir devlet inşa etme yolunda muazzam bir girişimdir.
Dolayısıyla, ziyaretin iki temel dayanağı vardı; eşi benzeri görülmemiş ikili iş birliği ve Krallığın Arap dünyasında devleti yeniden tesis etmede öncü bir güç olarak ön plana çıkması, Filistin'de iki devletli çözüm yoluyla barışın tesis edilmesi ve iç savaşlar ve komşu ülkelerin nüfuzu nedeniyle varlığı tehdit altında olan tüm oluşumlara odaklanılması.
Kral Abdulaziz döneminden bu yana, Usame bin Ladin'in sembolize ettiği zorlu dönem hariç, Suudi-Amerikan ilişkileri iyi ve özel olmayı sürdürdü. Bin Ladin dönemini ise Krallık, Trump'ın 2017'deki ilk ziyareti ile geride bıraktı. İlişkilerdeki yenilik, yalnızca çok sayıda iş birliği alanı değil, aynı zamanda bir yandan karşılıklı çıkarlara dayalı ortaklık, diğer yandan da Krallığın Ortadoğu'yu Maşrık’a doğru yeniden şekillendirmedeki “yeni-eski” rolüdür.