Suudi Arabistan ve ABD’nin, bazı Arap ülkelerinde ulus devletleri yeniden inşa etmeye yönelik bir vizyona sahip olduğu giderek netleşiyor. Bu vizyon, Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman’ın yakın zamanda ABD’ye yaptığı ziyaret sırasında fiilen açıklanmış oldu, ancak planın tüm detayları ve hedefleri tam olarak paylaşılmadı. Genel tabloya bakıldığında, Suudi Arabistan’ın bu vizyonun ve planın temel kaynağı olduğu görülüyor. Yine de irade, öncelikler ve atılacak adımlar konusunda yoğun tartışmalar devam ediyor.
Planın en zor ve karmaşık kısmı, Gazze Şeridi’nde savaşın durdurulması, bölgenin yönetiminin düzenlenmesi ve İsrail’in çekilmesinin ardından yeniden imarının sağlanması ile Hamas’ın sahneden çekilmesinin organize edilmesi. Diğer kritik unsur ise iki devletli çözümün hayata geçirilmesi. Bu iki adım, İsrail’in henüz vermediği onayı gerektiriyor; Binyamin Netanyahu’nun sözde ‘hoşnutluğu’ bu anlamda yeterli değil. Gazze Şeridi’nde, İsrail’in engelleri nedeniyle ikinci aşamaya geçiş sağlanamadı. İki devletli çözüm konusunda ise İsrail tarafında fiilen kimse onay vermedi; oysa Suudi Arabistan, iki yıl boyunca uluslararası toplum nezdinde kapsamlı bir uzlaşı sağlamıştı. Bu durum, ABD’ye dayalı bir yaklaşımı zorunlu kılıyor; ancak bu, Suudi Arabistan’ın anlaşmayı tamamlamak için sunacağı katkıların olmadığı anlamına gelmiyor. Normalde bir anlaşma iki taraflı olur; ancak burada söz konusu olan özel durumda üç taraflı bir süreçten bahsediyoruz. Tarafların her ikisi de Amerikan garantilerine ihtiyaç duyuyor.
Filistin'den sonra ülkeleri yeniden inşa etme konusunda akla ilk gelen ülke Suriye! Suudi Arabistan, muhaliflerin Şam’a girişinden bir hafta sonra sürece dahil oldu; bu sırada Beşşar Esed ve sadık destekçileri Moskova’ya gitmişti. Bu durum, Suudiler ile Amerikalılar arasında daha önce yapılmış temaslar olduğunu, belki Rusların da sürece dahil olabileceğini gösteriyor. İranlılar ve Irak, Lübnan, Afganistan ve Pakistan kökenli silahlı milislerin Suriye’den çok hızlı çekilmesi de onların süreci önceden bildiğine işaret ediyor olabilir. Her durumda, bu adımlarda Suudiler aktif rol oynadı; sistemin istikrarını ve yeni düzenin başarısını koruma konusunda en kararlı aktör onlar. Suriye her alanda desteğe ihtiyaç duyuyor ve Suudi Arabistan bu konuda geri kalmıyor; ayrıca Washington ile Şam arasındaki yeni ilişkilerin kurulmasına da katkı sağlıyor. Ancak çözülmesi gereken iki kritik mesele var: İsrail ve Kürtler. İsrail, Suriye’nin yeni bölgelerini işgal ediyor ve Dürzileri istismar ediyor; ayrıca Kürtlere de uzak değil. ABD’nin her iki durumda da yapıcı bir rolü bulunuyor. İsrail söz konusu olduğunda, Amerikan baskısı Dürzilerle uğraşmayı durdurabiliyor. Kürtler konusunda ise ABD’nin belirleyici bir nüfuzu var; çünkü askerleri onları terörle mücadele bahanesiyle koruyor. Bu nedenle Suudi Arabistan’ın desteği, Suriye’de yeniden yapılanma, güvenin tesis edilmesi ve reform süreçlerinin sekteye uğramaması için elzem.
İngiliz terminolojisinde ‘Bereketli Hilal’ olarak adlandırılan bölge, en kırılgan ve tehdit altında olan coğrafya. Burada, Filistin, Suriye ve Ürdün’ün yanı sıra, Fransızların deyimiyle ‘Büyük Lübnan’ ama gerçekte oldukça küçük bir Lübnan yer alıyor. Yeni Lübnan yönetimi, otuz yıl boyunca Esed rejimi, İran ve onun silahlı gruplarının Lübnan, Suriye, Irak ve Yemen’deki etkisiyle parçalanmış olan devlet mekanizmalarını yeniden inşa etme sürecine yanıt vermek istiyor.
Yaklaşık bir yıl önce, seçilmiş Lübnan yönetimi güç kazanarak mali ve idari reformlar ile Arap ülkeleriyle ilişkilerin iyileştirilmesi kararını almıştı. Ancak son aylarda, Hizbullah’ın (ve arkasındaki topluluğun) silahlarını bırakmayı reddettiğini gerekçe göstererek geri adım attı; iç çatışma veya iç savaşı tetiklemek istemiyor. Zira İsrail hâlâ Şii bölgelerine günlük saldırılar düzenliyor ve Hizbullah’ın askeri gücü olduğunu iddia ettiği kişileri öldürüyor. Lübnan yönetimi, yasadışı silahları toplama kapasitesine sahip değil; aynı zamanda silahlı grup da İsrail’in ateşkesi ihlal ettiğini öne sürerek bunu gerekçe gösteriyor. Öte yandan, Lübnan makamları mali ve idari reformlarda da büyük ilerleme kaydedemedi ve uluslararası mali ilişkiler zayıf durumda. Arap ülkeleri, başta Suudi Arabistan, Katar ve Mısır olmak üzere Lübnan’a destek vermeye çalışıyor; ancak Lübnan, kendi askeri ve mali güvenliğini sağlamadıkça bu yardımlar etkili olamıyor.
Suudi Arabistan’ın devletin yeniden inşasına dair ilgisi, yaklaşık üç yıl önce Sudan’da başladı. Suudi Arabistan Veliaht Prensi, son ziyareti sırasında Trump’a açıkça Sudan’a dikkat edilmesini tavsiye etti. Trump’ın özel temsilcisi bir plan sundu; ancak Sudan ordusu bu planı fazla müzakere etmeksizin reddetti.
Suudi Arabistan, Arap güvenliği ve devletin yeniden tesisi açısından faydalı gördüğü her alanda müdahalelerini sürdürüyor. Bu yaklaşımın sonucu olarak Filistin’de yeni bir başlangıç, Suriye’de kayda değer ilerlemeler ve uzun yıllar süren sıkıntıların ardından Lübnan’da yeni bir umut doğuyor.