Abdullah Utaybi
Suudi Arabistanlı yazar. İslami akımlar araştırmacısı
TT

Zafer taklidi yapan yenilgi

Alışkanlık güçlü ve baskındır, Arap dünyasında insanlar yenilgiyi tatmaya ve ardından menfur gerekçelerini kabullenmeye alışmışlardır. Zira 1967 savaşında olduğu gibi, ezici yenilgi anlarında onlara zafer kazandıkları söylenirdi. Dönemin bazı politikacıları ile gazetecilerinin zihinleri, “yenilgi”yi tanımlamak için yeni bir terim üretmişti. Muhammed Hasaneyn Heykel, kitleleri yanıltmak ve Arap dünyasındaki milyonları aldatmak amacıyla bu yenilgiden “gerileme” diye bahsetmişti.

Heykel bu yaklaşımına devam etmiş ve Sedat terör örgütlerinin düzenlediği bir suikasta maruz kaldığında hapisten çıkmış ve en başarılı Mısırlı başkanlarla ilgili “Öfkenin Sonbaharı” adlı kitabını yazmıştı. Kitabında, Sedat'ın ten renginden rahatsız olduğunu ve kendisinin (Heykel) cezaevinde Müslüman Kardeşler ve teröristlerden bir bardak suyla abdest almayı öğrendiğini iddia etmişti.

Saddam Hüseyin, 1990 yılında Kuveyt, Suudi Arabistan ve uluslararası koalisyona karşı zafer deklare ederek savaşı sonlandıracak şartlarını kabul etmişti. Ardından, 2003 yılında tekrar uluslararası koalisyona karşı zaferini deklare etmiş ve Muhammed es-Sahaf, tüm bu saçmalıkları, Heykel'in teorileri gibi değil de, Arapların Sesi radyosunda Ahmed Said'in Nasır'ı savunmasına benzer bir şekilde gerekçelendirerek savunmuştu. Bugün haberlerde, İran'ın Irak, Yemen, Filistin ve Lübnan'daki tüm milis gruplarını reddetmeye çalıştığı ve Arap başkentleri üzerindeki kontrol iddiasından vazgeçerek kendisini masum gösterme stratejisine geçiş yaptığı tekrarlanıyor. İran, bu silahlı milislerin ve terör örgütlerinin kendi kararlarında bağımsız olduklarını ve İran ile bölgede hegemonyasını dayatma ve nüfuzunu genişletme projesiyle hiçbir bağlantısının olmadığını iddia ediyor.

Medya ve basın, İran Dışişleri Bakanı Abbas Arakçi'nin Irak'taki milislerin İran ile ilgisi olmayan bağımsız bir karar alma sürecine sahip olduğunu söylediğini aktarıyor. Bu tür açıklamalara ancak daha önce Husi milislerinin İran ile bağlantılı olmadığına veya İran'ın Lübnan'daki Hizbullah veya Filistin'deki Hamas ile hiçbir bağlantısının olmadığına inananlar inanır.

Tarihi bilmeyenler bugünle baş edemez. Mevcut tüm kargaşa, doğal siyasi karşıtlıklar ve bir uçtan diğerine atlayan analitik görüşlerin yoğunluğuyla birlikte, mevcut durum, bugün İran'ın Nasır ve Saddam Hüseyin'in mutlak yenilgi anında benimsedikleri yöntemi izlediğini gösteriyor. Onlar gibi zafer ve yenilgi kavramlarını yeniden tanımlamaya çalışıyor, emperyalist yayılma ve ideolojik hegemonya yanılsamaları mirasından geriye kalanı korumak için yüksek sesli ve meydan okuyucu söylemlere başvuruyor.

Eğer kamuoyunu yanıltmak isteyen yeni bir Heykel ortaya çıksaydı, gerçeği gizlemek ve insanları aldatmak için muhtemelen iki ana anlatıya başvururdu; birincisi, “siyasi İslam'ın sona erdiğini”, on yıllar içinde inşa edilen grupların, kavramların ve örgütlerin birkaç kısa yılda sona erdiğini ve yok olduğunu, bölgedeki köktendinci eksenin onu destekleyen devletler tarafından terk edildiğini iddia ederdi. İkincisi, İran'ın geçmişteki tüm stratejilerinin, planlarının ve desteklediği milislerin tamamen ve geri dönülmez bir şekilde “ortadan kaybolduğunu”, ekseninin sona erdiğini ve yok olduğunu iddia ederdi; sanki hayaller ve dilekler gerçeği değiştirebilir ve tarihin seyrini kontrol edebilirmiş gibi.

Basit sorular bu tür anlatıları değerlendirmekte yardımcı olabilir: Sahva (Uyanış), Nazizm ve Faşizm gibi sona mı erdi? Bölgedeki köktendinci ve mezhepçi eksenler, Saddam Hüseyin ve rejimi gibi siyasi ve askeri olarak yenilgiye mi uğratıldı? Bunlar görünüşte küçük iki soru, ancak çağdaş sahneyi anlamak, fikirlerini ve kavramlarını değerlendirmek açısından önemli anlamlar taşıyorlar. Nitekim eğer Sahva gerçekten sona erdiyse, o zaman her alanda ortaya çıkan bu canlanma tezahürleri, yeni kılıklarda ve görünüşte zararsız biçimlerde bile olsa, aynı eski fikirleri ve modası geçmiş kavramları gizleyen bu belirtiler nedir? Eğer bölgedeki Arap karşıtı eksenler yenilgiye uğradıysa, neden teslim olmadılar ve neden onlara liderlik eden devletler hâlâ mevcut ve hatta daha da güçleniyor?

Başka sorular ve bölgede meydana gelen büyük olaylar ve derin değişikliklerle ilgili daha derin soruları gündeme getiren karmaşık durumlar da var; bu sorulara herkes günlük haberleri inceleyerek kolayca cevap verebilir. Bu sorular arasında da önemli olanlar var. Örneğin, Lübnan'da Hizbullah neden silahsızlanmayı ve silahlarını devlete teslim etmeyi ısrarla reddediyor? İran neden Hizbullah’ı halen açıkça destekliyor, Lübnan'ın bağımsız ve silahın elinde toplandığı bir devlet kurma girişimini engellemeye çalışıyor? Filistin'de Hamas neden son ana kadar Gazze'deki Filistin halkına sadece zarar veren silahını elinde tutmakta ısrar ediyor?

Aynı soru Yemen için de geçerli; Husi milisleri ülke genelinde yıkıma neden oluyorken, neden serbestçe hareket etmelerine izin veriliyor? Irak'ta neden çeşitli fraksiyon ve partilerden silahlı milisler kendilerini silahlandırmaya, ordunun yerini almak için kendilerini güçlendirmeye ve ordunun bile sahip olmadığı silahlara sahip olmaya devam ediyorlar?

Son olarak, ne kadar zafer taklidi yaparsa yapsın, yenilgi yenilgidir. Daha derine inmeden görünüşe aldanan bir analistin daha fazla incelmeye, araştırmaya ve öğrenmeye ihtiyacı vardır.