Modern dünya, kendi dışındaki kültürleri değişime uğratarak onları kendisine benzetme konusunda tarihi verilere dikkat kesildiğimizde ‘bir’ numara gibi görünüyor. Bugün neredeyse tek başına bütün kültürleri değişime uğratarak kendi kültürel hegemonyasını ilan etmiş durumdadır. İşin asıl komedi boyutu ise; batı karşısında muhalif pozisyonda olan ve mücadele verdiğini düşünen akım ve kişilerin de batılı değer yargılarının bir kısmı ile barışık olarak kendi iç dünyalarına batı egemenliğini taşımalarıdır. Bir bütünlük oluşturmadan batı düşüncesi karşısında bir duruş sağlamak elde ettiğimiz tecrübeye göre imkânsız görünmektedir. Çin, Hint, Latin Amerika ve Ortadoğu özelinde meseleye bakıldığında istisnai durumlar hariç her kültür kendini batılı kodlara teslim etmiş durumdadır.
İslami mücadelenin en temel özelliği ‘cemaat’ olarak varlık kazanmak ve batılı hegemonyaya karşı bir direnç noktası inşa etmekti. Elbette ki İslam coğrafyasında önemli cemaatler var oldular. Ama süreç, onların batılı temel değer yargıları ile mücadelesinde onları yenik duruma düşürdü. Cemaat olma vasfını kaybederek tarihin dişlileri arasında kaybolmaya mahkûm oldular.
Bu konudaki temel yanlış yaklaşım: siyasal olarak varlık kazanmanın yolu, batılı güçlerin hegemonyası ile barışık bir ilişki kurmak ve ona göre varlık sahasına çıkmaktı. İkinci temel hata ise, şiddet yolu ile batılı hegemonyaya diz çöktürmek ve böylece kendi varlığını izhar etmekti. Her iki yaklaşımın doğal sonucu olarak bugüne bakıldığı zaman ciddi hatalar zincirini oluşturmaktan öte bir işe yaramamıştır.
Bu noktadaki en temel sorun ise; batı düşüncesi ve İslam düşüncesini kendi bütünlüğü içinde kavrayamama, parçalar arasındaki benzerliklerden hareketle özdeşlik kurarak; ki özgürlük, hak ve demokrasi gibi kavramlar özelinde ciddi sorunlar oluşturulmuştur. Eşitlik kavramının yapı bozucu karakterinin tecrübesini hala yaşamaya devam etmekteyiz. Demokrasi diyerek iktidar olma arzusunu izhar eden İslami hareketlerin kahır ekseriyeti yenik düşmüştür. İstedikleri hiçbir şeyi gerçekleştirme imkânı bulamadan hayatiyetlerini yitirmişlerdir.
Bu noktada en temel konu ise birey ve cemaat arasındaki gerilim ve bu gerilim üzerinden oluşturulan özgürlük ve eşitlik furyasının cemaatleri nasıl erittiğini ve değişime zorladığını görebilmemizdir.
Türkiye özelinde, Müslümanların, cemaat olmaya yönelik çabaları ve gayretleri birden fazla hareketi mümkün kılmaktaydı. Bu hareketler, cemaat olmaya yönelik tepkisel faaliyetleri ile toplumsallığı kurabileceklerine olan güven üzerinden ciddi bir hataya düştüler. Çünkü birey ve fert ile cemaat ve toplumsallık arasında derin uçurumlar vardı. Bu noktada düşülen en büyük açmaz ise; eleştirel tutumun yüceltilmesi ve bu eleştirinin cemaat önderliğine yönelik geliştirilmesi ile birlikte gelişen çözülme ve ayrışmadır. Aslında cemaati adım, adım ilerleyerek çözülmeye yönelttiler. Demokrasi dediler, Müslümanlar ayrıştı. Özgürlük dediler, ittiba etmek, tabi olmak ve cemaate mensubiyet olumsuzlandı, insanlar ‘iyi ama her şeyi de cemaat liderlerine bırakmak doğru değil’ yargısı ile sorunları büyüttüler. Sonra eşitlik üzerinden, her kademede insanların eşit ve birlikte paylaşmaları, istişareyi eşitlik üzerinden herkes ile yapmayı istemeleri ile hiyerarşi kendiliğinden anlamsız hale getirdi. Bu da cemaatin dinamiklerini zaafa uğrattı.
Eleştirel özgürlük adı altında, kendi arzusu olan cemaatte bir yer elde ederek, orada bir iktidar alanı oluşturma arzusu, liderliği eleştiriye tabi kılarak başka yapılar kurulmasına neden olarak cemaati bölmeler başladı. Ülkemizde neredeyse her yapı, cemaat birden fazla bölünmeye duçar kalmıştır. Bütünleşmeye dönük her hamle ise akamete uğramıştır. Bu da cemaat dinamiklerini olumsuz etkilemiştir. Bütünlük vurgusu hep bir istekli yapılmasına rağmen, hangi bütünlük üzerinde birleşmenin olacağı konusu muallâkta kalarak ayrışmayı derinleştirmiştir.
Bu noktada İslami yapıların, güçlü entelektüel yapılara dönüşmemesi, hem İslam düşüncesi bağlamında ve hem de modern batı düşüncesi bağlamında ciddi bir zaaf taşıması, eğitime yönelik sürekliliği sağlayacak bir yapı kurulamaması da sorunu derinleştirmiştir. Hala, İslami yapıların, güçlü bir eğitim modeli ve yapısı geliştirmemeleri, ellerindeki gençleri kaybetmelerine neden olmaktadır. Modern batı düşüncesinin sürekli artarak devam eden, gelişme trendi, her on yılda bir yeni bir akım geliştirmeleri, okullarda bu akımın neşvünema bulması ise İslami yapıların beslendiği gençliği bulamamasını sağlamaktadır.
Cemaatten bireye yönelişin temelinde yatan kültürel değişimi kavramadığımız sürece bu değişimin önünde durmaya yönelik yeterlilik sağlayacak hamleler yapma imkânımız elde kalmayacaktır. Çünkü cemaate yönelik ilginin varlığı duygusal bir zemine sahipti. Bu duygusal zemin ilişkilerdeki güvene dayalıydı. Süreç bu güveni zedeleme yolunda emin adımlarla yürümeye devam etti. Güven zedelenince ilişkinin duygusal zemini de zedelendi ve artık kendince haklı nedenlerle bir isyan bayrağı çekmeye başlandı. Burada güven zedelenmesi, özellikle, evlerde başlayan eğitim süreci ile evin taşıdığı ilişkilerdeki sıcaklığı muhafaza edememe de başat rol oynadı. Evlerden salonlara geçiş, belirli bir yabancılaşmayı da içerdi. Bu yabancılaşma ise kopmayı kolaylaştıran bir unsur olarak önümüzde durmaktadır. Birkaç dava delisinin başlattığı hareketler, dernek, vakıf ve sivil toplum lokallerine taşınınca, kendi iç mantığı içinde oluşturulan iktidardan pay alma arzusu da devreye girdi. Bu noktada sivilleşme başlı başına bir sorunsal alan olarak önümüzde durmaktadır.
İçinde yer aldığım bu toplulukların doksanlı yıllarda başlayan tartışmalar eşliğinde yeni bir değişimin eşiğinde olduklarını fark etmemeleri, sivil toplum tartışmaları, demokrasi, demokratik mücadele, hak mücadelesi, insan hakları mefhumu çerçevesinde oluşturulan rüzgâr, baş örtüsü bir insan hakkı gibi temalar eşliğinde başlayan tartışmalar; farkında olunmadan, cemaat ruhunu bireysel ruha dönüştürmeye, o tartışmalar esnasında oluşan hava ise parçalanmayı beraberinde taşımaya, tabi ki yirmi sekiz şubat soğuğu ise büyük yapıları çatırdatmaya yaradı. Ardından gelen Ak Parti iktidarı ise İslami yapılarla kurulan tek yönlü ilişkiler sayesinde giderek zayıflamaya ve siyasallığın baskın karaktere dönüşmesini beraberinde taşıdı. Bu da gençlerin İslami yapılardan uzaklaşmasına neden oldu. Gençlerin, güçlü bir eğitimden geçmemeleri ise yeni oluşturulan akımların rüzgârına kapılmalarına vesile oldu. Öyle bir noktaya evrildi ki durum; çıkar odaklı, bireyselleşmiş bir arzu üzerinden ilişkiler ağı kurulmaya başlandı. Bu da sonun başlangıcını sağladı.
AK Parti iktidarı döneminde oluşan kültürel doku, iktidardan beslenen bir sınıfın varlığı ve bu sınıfın dini kimliği olumsuz etkilemesi de ayrıca cemaatlere yönelik bir eleştirinin varlığını mukim kılmıştır. Bu noktada kendisini geride tutan İslami oluşumlar olmakla birlikte kahır ekseriyetin iktidar ile aynı pozisyonu savunan siyasal yaklaşımları olumlamaları ise muhalif bir gençlik oluşmasına neden olmuştur. Entelektüel zeminde başlayan çözülme, hareketler zemininde de bir çözülmeye neden olmakta ve hareketlerin bölünmesine yaramaktadır.
Bu noktada yapılması gereken şeyler:
Siyasal iktidar ile araya ciddi bir mesafenin konmasını sağlamak…
Kültürel değişimin mihverini doğru kavrayarak bu değişime eleştirel bir yaklaşım geliştirmek…
Entelektüel bir derinlik sağlayarak, olup bitene dair, kuşatıcı bir yaklaşım geliştirerek onu kültürel dokuya dönüştürmek ve müslüman ferdi, birlikte var olacağı bir cemaate yöneltecek bir istekliliği inşa etmek…
Bireyselliğin yıkıcı boyutunu örnekler üzerinden göstererek, cemaat olmanın müslüman için imanı koruma ve takva sahibi olmanın yegâne zemini olduğunu ikna edebilecek ilişkiler ağını kurmak…
Cemaat olmanın, ferdin korunmasında ve ailenin güçlendirilmesindeki etkenliliği ikna edebilecek bir düşünce birikimini harekete geçirmek…
Paylaşmanın esas olduğu, yardımlaşmanın olmazsa olmaz olduğu bir düşünce zeminine yönelik güçlü hamleler yapmak ve bunu tecrübe konusu edinerek aktarmayı öncelemek…
Kültürel hegemonyaya güçlü bir kültürel alt yapıyı inşa ederek karşı çıkmak…
Modernleşme ile İslamlaşma arasındaki bariz farkları açık bir şekilde izah ederek buna uygun bir sosyalliğin mümkünlüğünü göstermek…
Hatalardan dönüş yapmanın fazileti, insanın yanlışa düşmesinin mümkünlüğü yanında, tövbe mekanizmasının arındırıcı fonksiyonunu doğru bir zeminde anlatarak, yeni bir başlangıcın şartlarını sağlamak…
Sadakat, samimiyet, bağlılık gibi temel kavramların yeniden gündemleştirilerek cemaatin gücünü artıracak bir pozisyonu hayata geçirmek…