Lübnanlılar kendilerini esnek ve hayat dolu bir kültürün sahipleri olarak överler. Dünyada da onları böyle övenler vardır. Ülke her zaman umut ve umutsuzluğun kavşağında durur. Buna rağmen Lübnanlıların direnişi, toplumlarının ve devletlerinin devam eden bölünmesiyle bir arada yaşar.
Ülke düşmek üzeredir ama tamamen düşmez. Lübnan, iç savaşı boyunca Suriye'nin daha kısa bir sürede yaşadığı dehşete sahne olmadı. Devletin asli unsurlarının tamamen parçalanması açısından Libyalıların ve Sudanlıların bugünlerde tanık olduklarını yaşamadı. Lübnan yeniden doğrulursa mucize gibi bir şey yaratabilir. Tıpkı onu hedef alma ve nihayetinde öldürme projesi başlamadan önce merhum Refik Hariri döneminde birkaç yıl içinde başarılan mucize gibi.
Anka kuşu anlatısı, Lübnan ulusal kimliğini oluşturan mitlerin en güçlüsü haline geldi. Yanarak kül olmak ve ardından aydınlık ve parlak kanatlarla yeniden doğrulmak sanki Lübnanlıların kaderi gibidir. Ancak Lübnan ve halkının sorunu işte tam da budur. Asıl problemleri, Lübnan hafızasının olayları ve felaketleri sanki hiç olmamış gibi sindirmesine izin veren işte bu benlik tasavvurudur.
Dolayısıyla her ne kadar birçok gerçek bunu destekliyor ve bilinçlerde ölümsüzleşmesine katkıda bulunuyorsa da bu milli kültürden kurtulmak, kendimizi, vatanın anlamını, geleceği ve onuru yeniden algılamanın zorunlu bir yolu haline geldi. Bu gerçekler arasında, finansal, ekonomik ve kurumsal çöküşün zirvesinde olan Lübnan'da turizm sektörünün yaşadığı gelişme de var. Turistlerin ve uçuşların sayısı, uyruk açısından gelenler arasında Avrupalıların yüzde 40’tan fazlasını oluşturmaları tüm beklentileri aşıyordu. Lübnanlı ‘Instagram’ hesapları ise sanki ülke en parlak günlerini yaşıyormuş gibi festivallerin, kutlamaların ve etkinliklerin fotoğraflarını yayınlıyordu. Dahası bunlar lüks ve aşırı harcamada Mikonos veya İbiza gibi tatil beldelerini de geçiyordu.
Lübnan sahnesinin diğer tarafında ise Lübnan'daki en büyük Filistin mülteci kampı olan Ayn el-Hilve Kampı, Fetih Hareketi ile İslamcı militanlar arasında günlerce süren şiddetli çatışmalara tanık oldu. Lübnan yaşam tarzının ardındaki kırılganlığı açıkça hatırlatan çatışmalarda yüzlerce aile yerinden edildi, 400 kadar ev yıkıldı, 13 kişi öldü ve onlarca kişi de yaralandı.
Kamp sakinleştiği anda Lübnan Kuvvetleri Partisi’nin önde gelen liderlerinden Elias el-Hasruni'nin Lübnan'ın güneyindeki bir Hristiyan beldesinde öldürülmesiyle siyasi cinayetler ve mezhepsel gerilim yeniden baş gösterdi. Güvenlik kameralarının kaydettiği video görüntüleri, kurbanın aracının başka araçlar tarafından durdurulduğunu ve ölü bulunduğu yere çekildiğini gösterdi.
Saatler sonra, Hristiyan bölgelerinden Kahale'de, Lübnan-Suriye uluslararası Şam hattı olarak bilinen yolun bir parçası olan ana yolunda devrilen silah ve patlayıcı yüklü bir araca eşlik eden Hizbullah milisleri ile belde sakinleri arasında çatışma çıktı. İki taraf arasındaki çatışmalarda iki kişi yaşamını yitirirken milislere karşı siyasiler ve halktan gelen eşi benzeri görülmemiş şiddetteki açıklamaların ortasında galeyan hali halen devam ediyor.
Lübnan'daki bu ikili yaşam ve Lübnan ruhu için yapılan övgülerin çağrışımı, kesin bir uyarı işlevi görmeli. Bu kararlılığın tek başına Lübnan'ı, devletini, sistemini ve geleceğini kasıp kavuran ölümcül hastalıkları iyileştirmek için yeterli olmadığına karşı bir ikaz olmalı. Lübnan'ın doğasında var olan canlılık ve halkının yaşama tutkusu artık toplumun ve devletin tamamen parçalanmasını engellemeye yetmiyor. Lübnanlıların direnişi ve kararlılığı ile Anka kuşu efsanesi, gerçek öfke ve hüsranı bastıran, değişim için siyasi bir güç olmalarını önleyen bir zafer cilası oluşturma gücü nedeniyle bugün sorunun özü haline geldi. Gurur kaynağı olan şey, Lübnanlıları, en azından bildikleri ve sevdikleri şekliyle, ülkelerinin varlığının sona erebileceği gerçek olasılığına karşı kör eden bir örtüye dönüştü.
Anka kuşu varsın cehenneme gitsin ve Lübnanlılar içinde yaşadıkları felaketin büyüklüğü hakkındaki yanılsamalarından sıyrılsın. Öfke, gerçek ve radikal reform taleplerinin arkasındaki gerekli siyasi seferberliğin malzemesine dönüşmedikçe, ülke, kimliğini ve varlığını sonsuza kadar kaybetme riskiyle karşı karşıya bulunuyor. Bu taleplerden ilki de herhangi bir barış uzlaşısının ön koşulu olarak Hizbullah milislerinin silahlarından kurtulmaktır.
İşin aslı şu ki sahte kararlılık ve dayanıklılık duygusu Lübnan'a özel değil. Tarih, bazen toplumların ve ülkelerin tamamen yok olmasına yol açan benzer deneyimlerle doludur. Lübnan bu anlamda, örneğin çöküşünden önce, çöküş ve zayıflık unsurlarını altında gizleyerek, görünür bir istikrar ve büyüklük çağı yaşayan Roma İmparatorluğu'ndan daha şanslı değil. Roma'nın esnekliği ve halkının karşılaştığı krizlere, istilalara, iç çatışmalara ve yolsuzluğa rağmen gücünün büyüklüğünü anmaya devam etmesi, birçoklarının yaklaşan çöküşü görmelerini engelledi.
Dev imparatorluk ile küçük vatan arasındaki benzerlikler pek çoktur.
Bazıları İsrail'e, bazıları da trajedilere ve adaletsizliklere karşı galip gelen Lübnanlılar gibi, Romalılar da abartılı bir zafer duygusuna, imparatorluklarının ebedi gücüne olan inançlarına kapılmışlardı. Tarih boyunca başardıkları ise imparatorluğun ufkunda beliren olası felaket sonuçlara karşı onlara sahte bir bağışıklık duygusu kazandırmıştı.
Tıpkı egemen Lübnan yaşam kültürü gibi, Roma İmparatorluğu'nun süregelen kültürel hegemonyası ve geçmişteki ihtişamının anıları, temellerinde büyüyen çatlakları gizledi. İmparatorluğun ebedi direncine olan inanç, erken uyarıları dikkate almasını engelledi. Anka kuşu efsanesi de Lübnan ulusal karakterine bunu yapıyor.
Roma İmparatorluğu'nun gerilemesi karmaşık bir süreçti ve bu süreçte dayanıklılığı ve esnekliği bir tür gerçekliğin reddine dönüştü. Gerekli reform ve uyarlamaların yapılmasını engelledi ki bunlar yapılmış olsaydı büyüklüğünü koruyabilecekti. Büyük Roma'nın düşüşü, küçük Lübnan'a dayanıklılığın tek başına yeterli olmadığını acı bir şekilde hatırlatıyor. İlerleme potansiyeli üzerine sürekli bahis oynamanın, temel zorlukların üstesinden gelmek için gerekli çabaları engelleyen tatmin edici bir kayıtsızlık durumu yarattığına dikkat çekiyor.
Anka kuşu yok edilmedikçe ve Lübnanlılar cehennemleriyle ‘geçici bir sıkıntı’ olarak değil, gerçek bir cehennem olarak yüzleşmedikçe Lübnan eski haline dönmeyecektir.