Sam Mensa
TT

Frenciye için cumhurbaşkanlığı yolu açıldı mı?

Geçen hafta İran Dışişleri Bakanı Hüseyin Emir Abdullahiyan'ın İran'ın Suudi Arabistan Büyükelçisi eşliğinde Riyad'a yaptığı ziyaretin ve bu ziyarette Veliaht Prens Muhammed bin Selman ile görüşmesinin olumlu sonuçlarına tanık olduk. Nitekim Körfez bölgesinde ilave ABD kuvvetleri konuşlandırıldığına dair bilgilere rağmen, Hizbullah liderliğindeki İran'a bağlı milislerin Fırat'ın doğusunda ABD güçlerine karşı savaş hazırlıkları yaptığına dair haberler söndü. Buna bir de bazı kaynaklara göre 6 ila 20 milyar dolar arasında değişen tutarlarda İran’ın dondurulmuş varlığının serbest bırakılması karşılığında İran'daki Amerikalı tutukluların serbest bırakılması için varılan bir anlaşmanın duyurusu eklendi.

İran-Suudi Arabistan ve İran-ABD görüşmeleri hadiseleri, geçen mart ayında Tahran ile Riyad arasındaki ilişkileri normalleştirme anlaşmasının imzalanmasıyla bölgeye ulaşan sükunet rüzgarlarının arka planında birbirini tamamlıyor. İran ve Suudi Arabistan arasındaki anlaşma henüz büyük ve nihai uzlaşmalarla sonuçlanmamış olsa da belirli konu ve sorunlar üzerinde belirli uzlaşıların ve bunlarla ilgili yeni yaklaşımların yolunu açtı. Aynı şey İran-Amerikan tarafı için de geçerli.

Kapsamlı ABD-İran anlaşması için şartlar, ne iç tartışmalardan da anlaşılacağı gibi İran ne de özellikle yaklaşan olağanüstü başkanlık seçimlerinin arifesinde ABD açısından bakıldığında henüz olgunlaşmadı. Başkan Joe Biden, İran ile Beyaz Saray'a dönüşünü engelleyecek bir polemik malzemesi oluşturabilecek bir anlaşma imzalamak istemiyor. Bu nedenle, her biri askıda kalmış bir sorunu hedef alan ancak bir bütün olarak İran'ın nükleer silah elde etmesini engellemeye çalışan anlaşmalara başvuruyor. Bu da kapsamlı bir anlaşma yükü yüklenmeden ona seçimlerde lehine bir puan kazandırabilir. Tüm göstergeler, iki taraf arasında Katar ve Umman Sultanlığı'nın arabuluculuğuyla bir yerlerde müzakerelerin sürdüğünü gösteriyor.

Suudi Arabistan-İran tarafında süreç daha sakin ve Riyad ile Tahran arasındaki ilişkiler istikrarlı. Lübnan'a gelince, ülkenin kuzeyindeki Kurnat es-Sevda’da yaşananlar, güneyindeki Ayn İbl olayı ve Beyrut yakınlarındaki Kahale virajı ortasında Hizbullah’a ait mühimmat kamyonunun kaza yaparak devrilmesi hadisesi, Hizbullah’ın otomatik askeri geçit törenleri, tüm bunlar statükoda herhangi bir olumlu değişiklik belirtisi olmadığını gösteriyor. Keza bunların hepsinin hedefinde Hizbullah’a karşı olan güçler, özellikle de Hristiyan partiler var.

Özellikle Hizbullah ile Hristiyan Özgür Yurtsever Hareketi arasında beklenen uzlaşı, Hizbullah’ın kendisini destekleyen bazı Sünni milletvekillerinin oylarını alması, Şiiler arasında Frenciye'nin Baabda Sarayı'nda olmasına karşı çıkmayan diğer tarafları kazanması göz önüne alınırsa, Lübnan açısından bu uluslararası, bölgesel ve yerel gerçekler, Hizbullah’ın adayı Süleyman Frenciye’nin cumhurbaşkanlığına ulaşmasına mı katkıda bulunuyor? Peki, Frenciye'nin cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturması uzlaşılar demeyelim de anlaşmalara açılan bir kapı mı olacak yoksa krizi alevlendirip cehennemin halen kapalı olan kapılarını mı aralayacak?

Hiç şüphe yok ki Hizbullah, Frenciye'nin adaylığından vazgeçmeye veya bir uzlaşıyı kabul etmeye istekli olduğuna dair henüz ciddi bir işaret göstermedi. Hizbullah, yerel düzeyde eski Cumhurbaşkanı Mişel Avn'ın seçilmesiyle birlikte Lübnan'ın cumhurbaşkanlarını tayin eden taraf olarak kazandığı konumu kaybetmeyi kabul etmeyecektir. Bölgesel olarak da Lübnan dahil Maşrık (Levant) ülkeleri başta olmak üzere bölgenin tanık olduğu, direniş ekseninin zaferini doğrudan veya örtülü olarak pekiştiren tüm değişimlerden sonra zamanın geri alınmasını kabul etmeyecektir. Bu eksene ‘Husi’ Yemen'in dahil olması, Suriye rejiminin bölgesel izolasyonunu kırması, bölgeye yönelik Amerikan soğukluğu, İsrail'deki benzeri görülmemiş iç kriz, Arapların Lübnan'a olan ilgisinin azalması, Sünni toplumun siyasi temsilinin zayıflaması, bu eksene karşı çıkan Lübnan güçlerinin birlik olamaması gibi bu değişimlerin hepsi Hizbullah’ın Lübnan üzerindeki hegemonyasını pekiştirmekten yana.

Ancak tüm bu etkenlere rağmen Suudi Arabistan-İran anlaşmasının tetiklediği yarı-bölgesel denge ve diğer iç etkenler, İran eksenini herhangi bir iç değişikliği zorla dayatmaktan aciz bırakıyor. Bu nedenle, Hristiyan örtüsüne, Cibran Bassil liderliğindeki Özgür Yurtsever Harekete geri dönmeli. Bassil, şeytanlaştırdığı Frenciye imajını kendi halk tabanının ve hareketinin liderlerinin zihninden silmeye çalışacak ve bunu da onlara, hâlâ anlaşmazlıkların ve tutarsızlıkların odak noktası olan, somut ve uygulanabilir gerçeklere dönüştürülmesi zor, geniş başlıklar taşıyan yeni bir anlaşma illüzyonu satma yoluyla yapacak.

Frenciye cumhurbaşkanlığı makamına ulaşırsa (ki bunun siyasi ifadesi çıkmazın ve İran hegemonyasının devamıdır) bu durum, bölgesel ve uluslararası yatıştırma gerçekliğinin bir sonucu olacaktır. Özellikle de bu aşamada Hizbullah'ın semeresini toplayabileceği ve faydasını görebileceği ABD-İran mutabakatının bir semeresi haline gelecektir. Diğer yandan muhalif güçler, gösterilen çabalara rağmen hâlâ birleşememekte dolayısıyla Hizbullah ile siyasi olarak yüzleşememektedir. Burada siyasi yüzleşmenin altını çiziyoruz, çünkü bir yandan askeri yüzleşme, diğer yandan 1975'te Lübnan'ın hâlâ acılarını çektiği iç savaşın patlak vermesinden önce olduğu gibi, federalizm ve benzerleri kisvesi altında tecrit ve bölünme çağrısında bulunan uyumsuz sesler yükselmeye başladı. Bu bağlamda, muhalif güçler Fransa'nın Lübnan politikasını ciddiye almalı ve mantıklı düşünmeliler. Paris'e karşı şaşırtıcı derecede düşmanca tutumlarını gözden geçirmeliler. Paris'in ilk günden bu yana diyalog çağrısı yapan politikasında ısrar etmesinin nedenlerini sorgulamalılar. Fransa'nın kendi ekonomik ve siyasi çıkarları olabileceği doğru, ancak bildiğimiz Lübnan ve geleceğine yönelik yaklaşan tehlikeleri sezen, onu bu yolu seçmeye ve buna bağlı kalmaya zorlayan gerekçe ve veriler dikkate alınmadan, tarihsel olarak Lübnan meselesiyle ilgili büyük bir ülkenin politikası sadece çıkarlarla açıklanamaz. Fransa’nın pozisyonunun Paris'in uluslararası müttefikleri ve Arap dostları ile koordine edilmesi muhtemeldir. Muhalefetin Fransa'nın rolüne ilişkin pozisyonunu gözden geçirmesi, Lübnan'ın geri kalan dostlarından soyutlanma ve uzaklaşma tehlikelerinin gerektirdiği bir zorunluluktur.