Emel Musa
Tunuslu şair ve yazar
TT

Aile kurumu çöküyor: Peki ne yapmalı?

Modernite hakkında konuşmak bugünkü gerçekliğimizde çelişkili boyutlar kazanıyor.

Modernite, bireye ve düşünce özgürlüğüne zafer kazandıran, toplumsal kurumların hegemonyasını zayıflatan ve birey olarak kişinin önemli bir rol oynadığı ve kurumlara bağlılık aşamasının geçildiği yeni bir tarih yazılmasının yolunu açan bir değer sistemi.

Bu, genel olarak toplumsal eylemi bütün olarak şekillendiren diğer büyük ve karmaşık konuların değişime uğradığı oldukça önemli bir tarihtir.

Bu çerçevede Raymond Boudon’un yaptıklarının modernite tarihi tarafından reddedilebileceğini düşünmüyorum. Zira sistematik bireycilik, toplumsal aktör kavramı ve özellikle sosyolojide pragmatizmin kurucusu Max Weber ile birlikte özel bir olgunluk kazanan rasyonel davranış anlayışını başlatmıştır.

Pek çok düşünür ve yenilikçi bunu övse de, bu, toplumdaki modernitenin sapmalarını yakalayan başka bir gözün ortaya çıkmasını ve bireyciliğin yansımalarının sessiz yüzü olan sorunlara ışık tutmayı engellememiştir.

Modernitenin olaylar ve birikimler halinde ortaya çıktığı Avrupa’da olan şey şuydu: Avrupa modernitenin saadetini tadarak birey, toplum ve insan aklı üzerinde lezzetinin ve erdemlerinin hazzına ulaştı. Gelgelelim, uzun bir süre sonra, kalkınma yolundaki dünya ülkeleri henüz modernleşme sürecini tamamlamamışken, düşünürler bunun toplumdaki sapmalarının tezahürlerini idrak etmeye başladılar. Bu bağlamda, modernite ve modernleşme sancıları içinde olumluyu ve olumsuzu birleştirmeyi değerlendirdik. Bu da bizim için çelişkilerin karmaşasını ve kafa karışıklığını daha da artıran bir şey. Ağları ve düğümleri çözmek için ‘şeyler’ arasında düşünmeyi ve ayrım yapmayı mümkün kılan sakin bir tempo gereklidir.

Günümüzün toplumları, modernitenin olumsuzluklarından ve kazanımlarından farklı derecelerde -tabii ki göreceli olarak- etkilenmektedir. Ailenin işlev kaybı yaşamasının, aile kurumunu, modernite ve modernleşmeden olumsuz yönde etkilenen unsurların en başında getirdiği söylenebilir.

Ailenin toplumsal bir yetişme kurumu olarak işlevine ve değerine zarar gelmesinin görmezden gelinebilecek bir mesele olmadığını düşünüyoruz. Ayrıca modernlik ve onun ürünlerini istiyorsak, buna kaçınılmaz olarak ödenmesi gereken bir bedel olarak yaklaşılmasını da doğru bulmuyoruz. Bu noktada topluma dikkat çekmek isteriz. Aile hücreyi, toplum ise bedeni temsil eder. Eğer hücre üstüne hücre kaybedilirse, bu otomatik olarak toplum fikrinin tehdit altına girmesi demektir.

Bugün entelektüel üretimlerde -az olsa da- modernitenin sapmalarına, yabancılaşma olgusuna, aşırı bireyciliğe ve materyalist felsefenin hakimiyetine değinildiğini, ancak toplumun kendisinin bir yapı olarak uzun vadede ortadan kaybolma tehdidi altında olması sorununa doğrudan ve net bir şekilde parmak basılmadığını görüyoruz. Bu tehdit, insanlığın toplum fikri ve toplum inşası dışında deneyimlemediği bir şey olduğundan, dikkat gerektiren bir konudur. İnsanlık tarihinde çok eskilere dayanan aile sisteminin ve onun temsil ettiği toplumsal sistemin çöküşünün yansımalarına elbette değinmeden geçemeyeceğiz. Sağlıklı, olumlu, dayanışmaya dayalı ve destekleyici bir toplumun dayandığı değerler aileden beslenip aktarılır. Burada sorun ve tehdit tezahürleri iki katına çıkmaktadır.

Bazıları aile kurumunun çökmekte olduğu söylemini, özellikle Arap İslam dünyasında, abartılı bulabilir. Ama buradaki soru, rolünü oynayan ve gerekli değere sahip bir aile bulmakta yatıyor. Belki böyle aileler vardır ancak bu genellenemez.

Bu bağlamda çöküş her durumda aynı değildir. Aile eski bir sosyal kurumdur, daha doğrusu en eski sosyal kurumlardan biridir. Artık tanıdığınız çatlaklar, bu kurumun tamamen yıkılacağının habercisi olduğu gibi, eşler arasındaki ilişkilerdeki gerginlik, üslup ve sessizlik de gecikse bile ayrılığın habercisidir.

Bugün aile kurma konusundaki isteksizlik açık bir şekilde ortaya çıkmakta. Evliliğin birinci ve ikinci yıllarında çok sayıda boşanma yaşanıyor. Bunun birçok olumsuz etkisi söz konusu. Boşanan ebeveynlerin çocuklarının aile nedir bilmeden büyümeleri ve buna karşı tepkilerinin çeşitli senaryolara açık olması belki de en problemli durumlardan birini oluşturuyor. İletişim teknolojisinin aile bireyleri arasında oluşturduğu uçurumları da unutmayalım. Bunun yanı sıra, geniş aileden çekirdek aileye geçtik. Toplumların bilinçsizce bu noktadan toplumlar dünyasının yerine bireylerden oluşan bir dünyaya geçiş yapmaları muhtemel. Bu uzun zaman alabilecek olsa da değişimlerin hızı bizim analizimizi destekliyor. Umarız, bugünkü toplumlar duruma seyirci kalmayı reddedip toplumun ilk yapıtaşını savunup bu konu üzerinde düşünür.

Hiç şüphe yok ki ekonomik baskılar da aile kurumunun parçalanmasında büyük pay sahibi. Pek çok örnekte görüldüğü üzere, bu, aile ortamını çatışma ve şiddet alanına dönüştürüp duygu, pozitiflik ve iletişimsel ilişkiler düzeyinin yitirilmesine sebep oldu. Ancak aynı zamanda kültürel ve değer değişimini ve bunun aile kurumunun çöküşündeki rolünü de azımsamamalıyız. Ekonomik zorluklar dayanışma ve birlik unsuru olabilirdi.