Devletin işlevlerinin uğradığı değişimler ele alındığında, en başta bugün gelişmiş büyük devletlerde olduğu gibi, özellikle toplumsal rolünün azaldığı ve hayati alanlardan çekildiği dikkatimizi çekiyor.
Diğer yandan özel sektör esas olarak piyasa değerleriyle ilişkilendirildi ve toplumsal yönle ilişkisi tartışılmadı.
Peki, şimdi soru şu:
Yaklaşık 30 yıl önce, ülkeler arasındaki göreli farklılıklarla kendisini güçlü bir şekilde duyurmaya başlayan bu değişimler, toplumun giderek artan bir terk edilmişlik içinde olduğu anlamına mı geliyor?
Aslında devletin toplumsal açıdan güçlü bir rol oynadığı aşamadan, ekonomik çarkı hareket ettirme ve istihdama katkı sağlama konusunda özel sektöre giderek büyüyen bir alan tanıdığı tarihsel ve toplumsal bir aşamaya geçişin başlangıcı, görünüşte parmaklarla sayılacak kadar sınırlı toplumsal acıların eşlik ettiği bir geçiş sürecidir. Ancak bu gerçek son yıllarda değişti. Yeni tip koronavirüs (Kovid-19) salgını özel sektörü bozulmalarla karşı karşıya bırakmasaydı ve devletin toplumsal rolünü geri kazanmasını gerektirmeseydi, özel sektör bugün dünya genelinde çok ileri ve yüksek bir konumda olacaktı.
Elbette yol açık ve belliydi. Bugün gerçek herkese gösterdi ki toplum terk edilemez. Ayrıca iyice anlaşılması ve yerleşmesi gereken şey şu ki şirketleri ve büyük kurumlarıyla özel sektörün toplumsal sorumluluğu olduğu şeklinde yeni bir kültür ülkemize gelmekle birlikte, toplumsal çalışma halen devletin temel görevidir.
Mesele bireysel ahlaki değerlerin yönlendirdiği bir bağış değildir. Daha ziyade devlet ve büyük kurumları aracılığıyla özel sektör arasında yeni bir toplumsal rol paylaşımına giren, tam anlam ve role sahip bir kavramla karşı karşıyayız.
Bu rolün önemini anlamak için onu temel olarak tanımlamak yeterli olacaktır. Günümüzde özel sektörün okul inşası ve yoksullara ve çocuklarına geçim hizmetleri sağlamakla ilgili projeleri finanse ederek toplumsal sorumluluk konusunda üzerine düşen rolü yerine getirmeden sürdürülebilir kalkınmanın sağlanması ve yoksulluk, açlık ve fırsat eşitsizliği sorunlarıyla mücadele etmek mümkün değil. Başka bir deyişle, devletin özel sektör için feragat ettiği imtiyazların yerinin toplumsal sorumluluk bilinciyle doldurulması gerek. Bu, devletlerin yüklerini hafifletmenin yanı sıra büyük şirketlere prestij ve insanlara yakınlık kazandıran bir sorumluluktur. Bu aslında, dolaylı yoldan toplumdaki ekonomik kuruma itibar kazandıran ve ürünlerine olan talebin hacmiyle tartılabilen bir kârdır.
Bugün birçok ülkede özel sektör kurumları arasında toplumsal sorumluluk alanında bir rekabete tanık oluyoruz. Rekabetçi bir ilişkiyle ve bazen de piyasada hakimiyet mücadelesiyle yönetilen bu kurumların yarışmaya başladıklarını görüyoruz. Bu, kurumların mali programlarında toplumsal sorumluluk maddesine ayırdıkları bütçenin büyüklüğünden açıkça görülüyor.
Dünya, toplumu korumak ve ihmal edilmeye gelmeyen toplumsal bir rol oynayacak yeni aktörler bulmak zorunda kaldı. Zira yatırım ve özel sektör, orta sınıfı ve savunmasız kesimleri uçuruma kaymaktan koruyan toplumsal bir güvenlik olmadan büyüyemez veya kâr sağlayamaz. Ekonomik güvenlik, toplumsal güvenlikle bağlantılıdır. Bu bağlamda toplumsal sorumluluk kavramı, bir boşluğu doldurmak ve aynı ülke içerisinde toplumsal rolü yeniden dağıtmak amacıyla ortaya çıkmıştır. Büyük kurumların sahipleri, kurumsal sosyal sorumluluk ve bankacılık kurumları aracılığıyla kurumlarının geleceğini, iş ve yatırım ortamını korurlar. Bu nedenle herkes okula gidemeyen ve dengeli bir çocukluk için gerekli asgari maddi koşullara sahip olmayan çocukların toplumsal yönüyle ilgilenmektedir. Çocukların durumu geleceğin belirsizliğini ve toplumsal ve ekonomik açıdan zayıf olan toplumsal rezervuarın kullanıldığı krizler ile karşı karşıya olunduğunu gösteriyor.
Birçok Arap ülkesinin maruz kaldığı terör eylemleri yüzünden ülkelerimizin ne kadar ağır bedeller ödediğini ve birçok ülkenin bütçelerinin omurgasını oluşturan turizm gelirlerine ne kadar derin zararlar verdiğini unutmamalıyız. Yani, toplumsal sorumluluğa güvenilmesi ve büyük kurumların ülkelerin zayıf yönlerini düzeltmeye yönelik çabalarını desteklemeye katılması, pratikte, şimdi ve gelecekte iş ve yatırım sürecini tehdit edebilecek şeylere karşı akıllı, proaktif ve önleyici bir tepki konulmasına yardımcı olur.
Toplumun kârın kaynağı, yatırımın gerekçesi ve aynı zamanda müşteri ve tüketici olduğunu da unutmamalıyız. Bu nedenle, toplumsal sorumluluk denilen şeyde büyük özel ekonomik kuruluşların rolüne gereken önemi vermek ve bu rolü yerine getirmeye teşvik eden mevzuatı iki katına çıkarmak, siyasi teoriler ne iddia ederse etsin toplumsal rollerinden vazgeçemeyen ülkelerin biriktirdiği yüklerin ışığında temel bir eylem gündemini oluşturmaktadır. Devlet, özel sektöre alan açtığı gibi, özel sektör de otomatik olarak savunmasız gruplar için toplumsal hizmetleri garanti etmeyi üstlenir.