Suriye'nin güneyindeki Süveyda şehrindeki ayaklanma yerel ve uluslararası alanda geniş endişelere ve birçok soru işaretine neden olurken, Suriye'nin doğusunda Arap aşiretleri ile Suriye Demokratik Güçleri (SDG) milisleri arasında bir savaş cephesi açıldı. Bu cephenin açılması, izlenmesi ve sorgulanması gereken gelişmelerin ortasında gerçekleşti.
Komşusu Dera ve Suriye'nin diğer bölgeleriyle birlikte Süveyda ayaklanması, günlük geçim sıkıntılarından çok daha fazlasını temel alıyor. Ayaklanma İran'ın "fiili işgali", resmi olarak desteklenen yerleşik ve mafyavari yolsuzluk gibi bir dizi faktör tarafından tetiklendi. Fiili işgalin ve yolsuzluğun en tehlikeli tezahürlerinden biri, uyuşturucu üretimi ve ticaretine göz yummak, Arap güvenliğini tehdit etmek için Ürdün-Suriye sınırı boyunca, uyuşturucu ve silah ticaretini desteklemektir.
Tahran'ın işgal projesindeki merkezi rolü, yandaşlarının ve yandaşlarının araçlarının başta "Captagon" olmak üzere uyuşturucu sektörü üzerindeki denetimi göz önüne alındığında, Suriye ve Irak topraklarından geçen Tahran-Beyrut koridoru kesilmeden bölgede durum değişmeyecek.
Gerçek şu ki, Güney Suriye'deki ayaklanmanın başlangıcından bu yana, gerek Arapları gerekse Farsları ile İran kampı ona karşı çeşitli düzeylerde bir karşı kampanya başlattı. Kampanya kendisine bağlı din adamları aracılığıyla dini liderliği bölmeyi, kime bağlı oldukları bilinen paralı ve mezhepçi medya borazanları aracılığıyla ayaklanmayı ve hedeflerini çarpıtmayı da içeriyordu.
Ayrıca, özellikle Washington'un Bereketli Hilal’i bölme, Tanf'tan Bukemal'e kadar Suriye'nin güneyi ile doğusundaki sınır bölgelerinde düzenlediği askeri operasyonlarla Suriye topraklarını Irak topraklarından ayırma çabasından bahsedilirken zaman zaman milliyetçilik telinden çalınması da dikkat çekiciydi. Bu suçlama gerçekten komik ve ilginç, çünkü Suriye ve Irak'ı onlarca yıl yöneten “slogancı Arapçıların”, iktidarı tekellerinde tuttukları süre boyunca iki ülke düşmanlık içindeydi. Hatta bu düşmanlık, "Baasçı" Suriye yönetiminin ABD'nin Irak'ı işgal etmesini ve 2003'te "Baasçı" yönetimini devirmesini desteklemesi noktasına vardı.
Elbette burada iki gerçeği daha unutmamak doğru olur. Birincisi, toprakları kendi arasında paylaşan İngiliz-Fransız mandası tarafından çizilen bu iki ülkenin sınırları yapay sınırlardır. Sykes-Picot olarak bilinen anlaşmaya uygun olarak yapılan ilk sınır çiziminin ardından sınırlar yeniden düzenlendi. İkincisi ise mevcut sınır hattının her iki tarafında da aynı Arap aşiretlerinin yayıldığı gerçeğidir.
Ancak en kötüsü, ABD'nin Suriye'yi Irak'tan “ayırmaya” yönelik komplosundan şikayet eden ve ağlayıp sızlayanların, iki kardeş oluşumun kaderini kontrol eden gücün Arap olmadığını bilerek görmezden gelmeleridir. Dahası bu güç Arap kimliğine karşı açık, şiddetli ve parçalayıcı bir savaş yürütüyor. Bu savaşta silahı mezhepçiliği körükleme, mühimmatı yerinden etme, kökünden söküp atma, demografik değişim, DEAŞ ve benzeri örgütlerle tehdit edip şantaj yapmaktır.
Her halükarda, bugünün siyasi problemi, SDG stratejisinin Kürtlerin çoğunlukta olduğu bölgelerde açıkça federalizmi önermeye dayanması, ama SDG kontrolündeki bölgelerin önemli bir kısmında Arap nüfusun yoğun olması gerçeğinde yatıyor. Bu bölgelerdeki Arap aşiretlerinin çoğu, yapay olarak gördükleri sınırlar onları kardeşlerinden ve akrabalarından ayırırken Kürt otoritesi altında azınlık muamelesi görmeyi reddediyorlar. Ancak Irak'taki Arap bileşen - özellikle de Sünni Araplar – Haşdi Şabi ve Tahran'ın desteklediği partiler aracılığıyla İran'ın silahlı hegemonyası altında yaşayan bir azınlık. Dolayısıyla Doğu Suriye'de devam eden çatışmaların - aşiretler bilse de bilmese de- Tahran ve Şam rejiminin çıkarlarına hizmet etmesinden, onlara İran işgalini besleyen hayati bir arter olan Tahran-Beyrut koridorunu korumak için bir bahane sunmasından korkuluyor.
Tüm bunlar Doğu için geçerli. Güneyde ise son iki haftadır devam eden ayaklanmaya katılanların şehirde nüfusun büyük çoğunluğunu oluşturan Muvahhid Dürzilerin bayrağını taşımalarını eleştirenlerden bazıları, Dürzilerin ayrılık niyetlerinin olduğunu ima ettiler. Ancak eleştirenler, Muvahhidlerin Suriye, Lübnan, Filistin ve Ürdün'de etkili de olsa küçük azınlık grupları oluşturdukları ve bağımsız bir Dürzi devlet için çalışmayı defalarca reddettikleri gerçeğini gözden kaçırdılar.
Aynı şekilde eleştirenler, ilk Süveyda ayaklanması sırasında Onurlu Adamlar Hareketi’nin temel talebinin, Muvahhid askerlerin kendi bölgeleri dışında savaşmaması olduğu gerçeğini de gözden kaçırdılar. Bu talebin temelinde tek halkın bileşenleri arasındaki uçurumu derinleştireceği için Dürzilerin başka Suriyeli bileşenlerin kanını dökmeyi kesinlikle reddetmeleri yatıyordu. Dahası mevcut ayaklanmada Muvahhidlerin bayrağının taşınmasının amacı, devrim ile Şam rejimi arasında bir anlaşmazlık konusu olan iki Suriye bayrağından birini taşımaktan kaçınmaktı.
Suriye sahnesine ve bölgesel boyutlarına ilişkin bu karmaşık tablo karşısında şunları sorgulamak gerekiyor: Büyük güçlerin bu konudaki pozisyonları nedir? Özellikle güneyde ve doğuda yaşanan gelişmelerde teşvik edici, harekete geçirici bir rolleri var mı? Geçtiğimiz kısa dönemde yaklaşımları ve öncelikleri değişti mi yoksa Ukrayna savaşı dahil olmak üzere değişen uluslararası veriler ve hesaplamalardan mı etkilendiler? Rejim dahil olmak üzere Suriyeli güçler niyet ve çıkarları yanlış okumaya geri mi döndüler?
Şu anda ne istediğini tam olarak bilen ve bunu güvenle uygulamaya devam eden tek güç bana göre İran. Ancak İranlılar şu ana kadar Suriye'de elde ettikleri başarıları 4 faktör olmasaydı elde edemezlerdi.
- Rusya'nın siyasi, askeri ve özellikle de hava desteği. Rusya'nın hava koruması olmasaydı İran'daki milislerin karada elde ettikleri başarıyı elde edebilecekleri şüphelidir.
- Barack Obama, Donald Trump ve Joe Biden'ın başkanlık dönemlerindeki Amerikan "stratejisizliği".
- Washington'un Tahran'ın "davranışlarını değiştirmesi" ve Şam rejiminin iktidarda kalmaya devam etmesiyle yetinmeye dayanan iki pozisyonuna geçmiş dönem boyunca bağlı kalan İsrail’in göz yumması.
- Her seferinde Tahran ve Şam'ın zayıflık ve kabullenme olarak anladığı işaretler veren ve bunun sonucunda hem Suriyelilerin acılarının artmasına hem de Tahran'ın bölgedeki hakimiyetinin sıkılaşmasına yol açan Arap hoşgörüsü.