Mahmud Muhyiddin
Dünya Bankası eski Başkan Yardımcısı. İngiltereWarwickÜniversitesi'nden Finans Ekonomisi alanında doktora ve York Üniversitesi'nden yüksek lisans derecesine sahiptir.
TT

Hızla değişen bir dünyada kalkınmanın yerelleştirilmesi-3

Geleneksel ve yükselen ekonomik güçler arasındaki çatışma ve gerilimin tırmanmasıyla birlikte “Güney Yarım Küre” terimi ortaya çıktı. Bu terim, orta ve düşük gelirli gelişmekte olan ülkelerin çevresel şartlarını, küresel değişimlere, maruz kaldıkları şok ve karışıklıklara karşı kırılganlıklarını ifade etmek için kullanılmıştır. Güney Yarım Küre teriminin kullanımı, onu Kuzey Yarım Küre’deki gelişmiş ekonomilere sahip yüksek gelirli ülkelerden ayırmak için jeopolitik boyutları ekonomik ve sosyal hususlarla birleştirir. Kuzey Yarım Küre ülkelerinin bir kısmı sanayi devriminin ilerisinde olmanın avantajlarından ve aynı zamanda kendilerinden daha düşük gelire sahip ülkeler arasında uluslararası ticarette devam eden eşitsiz değişim durumundan yararlandı. Gelişmiş ülkelerin bir kısmı Güney'in zenginliklerini sömürgeci yağma yöntemleriyle sömürerek zenginliklerine zenginlik kattı.

Güney Yarım Küre’deki gelişmeler, “Üçüncü Dünya” kavramının geçerliliğini yitirdiği dönemdeki koşulların durgunluğuna başkaldırının habercisidir. Bu kavram ve sonuçları, 1989 yılında Berlin Duvarı'nın yıkılması ve on yıllar boyunca ekonomilerini kısıtlayan, özgürlüklerini bastıran Demir Perde arkasındaki ülkelerin özgürleşmesiyle ortadan kalkan ‘ikinci dünya’ ile olan ilişkisi nedeniyle yok oldu. Ayrıca “Birinci Dünya” olarak tanımlanabilecek kapitalist ülkeler, 2008 yılında küresel mali kriz depremine maruz kaldı ve bu deprem söz konusu ülkelerin temellerini sarstı. Zira ekonomik krizin kapitalist ülkeler üzerindeki iç ve dış politik etkileri, ekonomik yansımalarından daha tehlikeli ve daha uzundur. Bu durum, aşırı sağcı akımların ve ırkçılık dalgalarının sürekli yükselişi ile ifade edildi. Gelişmiş ülkeler, ekonomik güç dengesinin Çin, Hindistan ve ASEAN (Güneydoğu Asya Ülkeleri Birliği) devletleri de dahil olmak üzere Doğu'nun yükselen ülkelerine doğru kaymaya başladığını fark ettiler. Öyle ki buradan kaynaklanan insani momentum, öğrenme, bilgi ve inovasyona yapılan yatırımların canlılığıyla birleşmekte, üretkenliği arttırmakta ve ardından son derece hırslı ve agresif bir orta sınıfın ortaya çıkmasıyla yurtiçi çıktıları ve gelirleri büyütmektedir.

Şoklara, kafa karışıklıklarına ve bunlarla başa çıkmada hatalar olmasına rağmen, Doğu'nun yükselen ekonomilerinin yanı sıra Ortadoğu ve Afrika'da ilerleme konusunda kararlı deneyimlere sahip Latin Amerika ülkelerini de içeren Güney dünyasından ülkelerin sayısında istikrarlı bir artış var. Bu hızlı gelişmelerle gelişmiş ekonomiler, eski çağlardan bu yana geçersiz kılınan yöntemler de dahil olmak üzere eski korumacı yöntemlerle çalıştıklarının kanıtlarını ortadan kaldırmaktan başka bir işe yaramadı.

Washington'da son dönemde yeni sanayi politikasına yönelik alınan tedbirler ve bunun dış politika ve uluslararası ekonomik ilişkiler üzerindeki etkileri konusunda çok önemli bir tartışma yaşandı. Peterson Uluslararası Ekonomi Enstitüsü'nün (PIIE) ev sahipliği yaptığı diyalog, geçmişte ABD Dış Ticaret Temsilcisi ve Dışişleri Bakan Yardımcısı olarak görev yapan devlet adamı Robert Zoellick ile eski ABD Hazine Bakanı ünlü ekonomist Larry Summers arasında gerçekleşti. Çarpıcı olan, farklı parti bağlantıları ve analitik geçmişleri olan iki liderin, kitlesel destek politikaları ve ticaret kısıtlamalarının yansımaları ve bunların ekonominin sektörlerine, işgücü piyasasına ve tüm tüketicilere gerçekten fayda sağlayıp sağlayamayacağı konusunda vardığı anlaşmadır.

Zoellick ve Summers, (Çin'in de benzer bir artışla karşılık verdiği) Trump döneminde korumacı gümrük tarifelerini artırarak bu önlemlerin bazılarının ABD'deki elektrikli otomobil endüstrisi üzerindeki olumsuz etkisini örnek olarak verdi. Bunun sonuçlarından biri, elektrikli otomobil endüstrisinin devi Tesla'nın Çin'e yatırım yapmak ve orada gelişmiş bir endüstriyel sistem kurmak, Çin'i daha ileri hale getirmek, elektrikli otomobil üretip ihraç etmek için harekete geçmesiydi. Biden yönetimi zararlı tarife engellerini azaltmak yerine onları korudu ve ‘Amerikan malı satın al’ politikasını benimsedi. Avrupa'daki ticaret ortaklarına karşılıklı muamele tehdidinde bulunarak sübvansiyonları artırdı ve ABD, bu önlemleri gözden geçirmek yerine, Avrupa arabalarının finansal kiralama sistemi kapsamında piyasaya sürülmesi durumunda hariç tutmayı tercih etti. Zoellick ve Summers’a göre, ABD pazarında payı artan Avrupa menşeili araçların tüketicileri ve üreticileri açısından bu denli korumacılık, sübvansiyonlar ve istisnalar karışımına maruz kalınmaması daha iyi olurdu. Özellikle kamu bütçesi üzerindeki etkisi, borç artışı, enflasyon ve gelecekteki vergiler dikkate alındığında bu cümlenin doğruluğu daha net anlaşılmaktadır. Bu önlemler aynı zamanda gelecekte uluslararası ticaret müzakereleri çerçevesinde ABD'nin küresel arenadaki etkisini de zayıflatacak ve muhatapların korktuğu ABD'nin çıkarlarına olumsuz etkide bulunacaktır.

Böyle bir diyaloğu inceleyen ve politika analisti olan herkes, ticaretin hareketini engelleyen içsel yönelime sahip korumacılığa doğru bir dizi deneysel önlemle karşı karşıya olduğumuzu görecektir. Aynı zamanda bu deneysel önlemlerle, seçilmiş sektörler için devasa sübvansiyonlu finansmanla ticaret hareketi desteklenmektedir. Bu, ekonominin, ticaretin liberalleştirilmesine ve kısıtlamaların hafifletilmesine dayanan eski fikir birliğinin aksine, ‘yeni Washington mutabakatı’ olarak tanımlanmaktadır. Bu olgu, gerek ekonomi politikasının dayatılması gerekse uygulanması açısından sakıncalardan muaf değildir.

Bazıları doğaçlama, pasif ve deneysel olan bu önlemler, her ne kadar iklim değişikliğini ele aldığı ve yeşil geçişi ilerlettiği iddia edilse de, kamunun ekonomik çıkarlarının korunmasına ve toplumun daha yoksul kesimlerine ve orta sınıfa destek sağlanmasına, ekonominin ve birbirini takip eden nesillerin sübvansiyon, borç ve enflasyon gibi ağır maliyetleri üstlenmesine çağrıda bulundu. Bu durum aynı zamanda ticari ortakların benzer eylemleriyle de çözülebilir ki bu halihazırda gerçekleşmiş olup, Çin ile gerilimi daha da artırma ve tedarik zincirlerindeki aksaklıkları artırma tehdidinde bulunmaktadır. Tüm bunların Güney ülkelerinin ekonomileri üzerinde bir etkisi var.

* Muhyiddin, İngiltere Warwick Üniversitesi'nden Finans Ekonomisi alanında doktora ve York Üniversitesi'nden yüksek lisans derecesine sahiptir.