Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman'ın 16 ay önce The Atlantic dergisine verdiği mülakatta ABD Başkan Joe Biden'ın yönetimine ilişkin tutumu ile Fox News'e verdiği son röportajdaki tutum arasında büyük farklar bulunuyor.
Dergi, Veliaht Prens’e, Biden'ın kendisi hakkındaki düşüncelerinin nasıl olduğunu sorduğunda O, güven ve siyasi profesyonellik duygularının karışımıyla şöyle cevap vermişti: “Çok basit, umurumda değil. Suudi Arabistan'dan uzak durmak onun (Biden) pozisyonuna zarar verir. O, sadece ABD'nin çıkarlarını düşünmek zorunda.”
O tarihten bu yana köprünün altından çok sular aktı. Biden, Haziran 2022'de Suudi Arabistan’ı ziyaret etti. Bu ziyaretin ardından Biden yönetiminin sayısız üst düzey üyesi, iki ülke arasındaki en önemli maddeleri kapsamlı bir barış anlaşması arayışı çerçevesinde ortaya koymaya çalıştı. Ortak ve heyecan verici siyasi gündem netleşene kadar Suudi Arabistan’a gerçekleştirilen ziyaretler devam etti.
Muhammed bin Selman son konuşmasında Suudi Arabistan-ABD ilişkileri ve Başkan Joe Biden yönetimiyle ilgili olarak şunları söyledi: “Politikada değişmeyen tek şey değişimin kendisidir. Bu nedenle bir devlet olarak politikanızı her zaman hedeflerinize hizmet edecek şekilde değiştirirsiniz. Bugün Başkan Biden ile harika çalışmalarımız var. Hindistan, Suudi Arabistan ve Avrupa arasında inşa ettiğimiz geniş ağ üzerinde çalışıyoruz.”
Dakik kavramlarla ifade edilen bu birliktelikler, iki ülke arasındaki ilişkilerde, ABD'nin Suudi Arabistan’a yönelik tutumundaki dönüşüme dayanan büyük bir değişime işaret ediyor. Açık olan şu ki, adaylık kampanyasından itibaren Riyad'la ilişki kurmaya başlayan Biden ekibi, daha sonra Beyaz Saray'da, iki ülkeyi birbirine bağlayan güçlü hayati çıkarları göz ardı etti. Biden’ın ekibi, Demokratları ve onun genç tabanını kasıp kavuran büyük bir ‘uyanış’ dalgasına yanıt olarak liberal bir ideolojik pozisyona dayanmayı tercih etti.
Ancak Biden, 2022 yılında Suudi Arabistan’a yapacağı ziyaretten önce Washington Post'ta ‘Suudi Arabistan'ı neden ziyaret edeceğim?’ başlıklı uzun bir makale kaleme aldı. Bu makalede iki ülke arasındaki ilişkileri geliştirmek için bir dizi gerçekçi neden sıralayan Biden, bunların başında Washington yönetiminin Çin'le olan çatışmadaki konumunu güçlendirmenin geldiğini ifade etti. Ardından petrol fiyatlarını çılgın sıçramalardan koruyan denge mekanizmalarının anlaşılmasının sağlanması gerektiğini belirtti. Aynı zamanda Biden, kapsamlı bir barışa atılım sağlamayı amaçlayan projesinin de ipuçlarını verdi.
Suudi Arabistan ve Biden örneğinde ABD’nin pozisyonundaki bu değişimin hikayesi, başarısızlığı her zaman ideal bir dış politika ile çok gerçekçi bir dış politika arasındaki kaotik yaklaşımdan kaynaklanan ABD dış politikasının Ortadoğu'daki klasik durumudur.
ABD’li tarihçi ve diplomat Stephen Simon, kısa süre önce yayınlanan ‘Büyük Yanılsama’ adlı kitabında, ABD'nin başarısızlığının kapsamlı bir anlatısını sunuyor. Simon'a göre bu başarısızlık basit bir kusurdan kaynaklanmaktadır. Bu kusur, ABD'nin büyüklüğüne inandığı fikirleri, Washington yönetiminin niyetleri ya da çabalarıyla uyumlu olmayan gerçekler ve verilerle karakterize edilen siyasi ve sosyal gerçekliğine empoze edebileceği yanılgısıdır.
Yazar, ABD'nin 2003 yılında Irak'ı işgalini bu büyük yanılsamanın en bariz örneklerinden biri olarak sunmaktadır. Başkan George W. Bush yönetimi, 11 Eylül olaylarından sonra ahlaki berraklık duygusuyla hareket ederek, sadece Saddam Hüseyin'i ortadan kaldırmakla kalmayıp, Irak'ı Ortadoğu'da bir demokrasi feneri haline getireceğine inanıyordu. Bu teorinin savunucuları Irak'ın karmaşık etnik ve dini yapısını, ülkeyi çevreleyen stratejik alanı, çıkarlarını ve tepkilerini hesaba katmadılar. Böylece başarısız oldular.
Başkan Biden'ın görev süresinin ilk yarısında yaptığı gibi, birçok ABD başkanı iyi niyet ve ahlaki idealleri olarak gördükleri şeylerle kendi başlarına sahadaki gerçekçi karmaşıklıkların üstesinden gelebileceklerine inanma tuzağına düştüler. Bu durum genellikle ABD'nin askeri, ekonomik ve diğer yeteneklerinin abartılmasından kaynaklanmaktadır.
Ortadoğu'ya yönelik ABD dış politikasının birçok yönünü kontrol altında tutan ‘büyük yanılsamanın’ doğmasına yol açan belki de en tehlikeli neden, Amerikan hükümetlerinin, ister bir savaş ya da barış meselesi, ister karmaşık bir ekonomik dosya ya da başka bir stratejik konu olsun, belirli bir konuda aktif olan diğer tarafların çıkarlarını göz ardı etmesidir. İster ülkelerin ister siyasi grupların ya da bireylerin kaderleri söz konusu olsun, bunların hepsi ABD politikasının manipülasyonuna tabi statik hedefler değil, özel çıkarlar, inançlar ve gündemlere göre hareket eden canlı ve hayati varlıklardır.
Muhammed bin Selman ile yapılan görüşme, Suudi Arabistan'da olup bitenler düzeyinde olmasa da Washington'da olup bitenler düzeyinde radikal bir değişime işaret ediyor. Bu, ABD dış politikasında ciddi ve yapısal bir sorun olarak karşımıza çıkan ‘büyük yanılsama’ kavramının zararlı sonuçlarının ve gerçekliğinin farkına varılmasındaki gecikmenin canlı bir örneğidir.
Beyaz Saray'ın tutumundaki değişikliğin, belirli politika ve stratejik veriye uyum sağlama süreci olmanın ötesine geçtiğini ya da kapsamlı uzun vadeli stratejilerden ziyade genellikle anlık ve acil kaygılarla hareket eden ABD dış politikasının düzenlenmesinde yapısal bir reform olduğu düşüncesini hayal etmek elbette zordur.
Dolayısıyla Muhammed bin Selman'ın Suudi Arabistan'ın ABD'nin yanı sıra Çin, Rusya ve Hindistan ile ilişkilerine dair açıklamaları, belirli kamplara ve ittifaklara tamamen dahil olmak yerine çoklu ittifakları tercih eden keskin bir stratejik farkındalığı ifade ediyor. Ayrıca, ABD'nin bölgeye yönelik dış politikasında uzun vadeli bir değişime dair herhangi bir yanılsamaya kapılmadan, ABD'deki bu dönüşümün kısa veya orta vadede sağlayacağı olumlu sonuçlarından faydalanmayı hedefliyor.
ABD dış politikasında derin bir yapısal değişime ihtiyaç duyulması, bölgesel aktörler Washington'la olumlu ve çıkarlarına uygun bir şekilde etkileşime girseler bile Muhammed bin Selman’ın temkinli kalacağı anlamına geliyor. Muhammed bin Selman, ABD'nin çatışmacı pozisyon ve politikalara geri dönüşünü her zaman hesaba katacaktır. Bu, Ortadoğu'daki her karar alıcı için zorluklarla dolu bir gerçekliktir. Aynı zamanda ABD'nin genel olarak güvenilirliğini azaltan ve Ortadoğu'daki belirleyici liderlik rolünü yeniden kazanma yeteneğini zayıflatan bir veridir.