Bir heyet geliyor, bir arabulucu ayrılıyor ve boşluk, boşluğa alışkın bir ülkede olduğu gibi kalıyor.
Bugün bazı Lübnanlılar, Suriye'den gelen iltica “dalgalarının” da katkıda bulunduğu demografik değişime ilişkin endişelere gömülmüş durumda. Liderleri ise yerinden edilenler ve onlardan önce sığınmacılar dalgasının başlamasının, bugüne kadar farklı hızlarla ve hedeflerle devam etmesinin gerçek nedeni konusunda karşılıklı suçlamalarda ve önerilerde bulunuyorlar.
Elbette Lübnanlı aktörlerin, dini grupların ve liderlerin iç hesaplarıyla bağlantılı temel gerçekleri göz ardı etmek mantıksız.
Keza Lübnan'dan daha büyük, kimliğini, egemenliğini, direncini ve bölgedeki rolünü her geçen gün kaybeden bir cumhuriyette, yönetmeyecek bir cumhurbaşkanının seçilmesi sürecinden daha karmaşık, bölgesel ve uluslararası hesapları göz ardı etmek de objektif olmaz.
İç hesaplar düzeyinde Lübnanlı aktörler hâlâ bir arada yaşama için ileriye kaçmaya dayanmayan gerçek bir formül öneremiyorlar. Neredeyse tüm Lübnanlı dini gruplar ve liderler ya içe kapanmayı, kimi zaman da bölünme ve nüfusu ayırma taleplerini meşrulaştıran korkularının esiri olmaya devam ediyorlar. Yahut hem yerel düzeyde diğer Lübnanlı bileşenler arasında konumlarını güçlendirme ve nüfuzlarını artırma hem de Ortadoğu düzeyinde, etkili bölgesel güçler arasındaki güç dengesini kendi lehlerine değiştirerek bundan güç alma hakkına sahip olduklarını düşünüyorlar.
Evet, Lübnanlı aktörler halk olarak kendilerinin ve ülke olarak ülkelerinin eskisinden çok daha az önemli hale geldiğini çok iyi bilmelerine rağmen hâlâ manevralarda bulunuyorlar. Dolayısıyla devam eden manevralarının temel nedeni, belki de gelecekte kendilerine er ya da geç empoze edilecek bir yapı içinde siyasi veya mezhepsel konumlarını iyileştirme ya da bu yapı onlara dayatıldığında kayıplarının boyutunu mümkün olduğu kadar azaltma girişiminden başka bir şey değil.
Lübnan'da şu anda “siyasi krizi bir cumhurbaşkanının seçilmesiyle sona erdirme” hedefi kapsamında yürütülen arabuluculukların çoğunluğu hâlâ bilinçli olarak krizin özünü görmezden geliyor. Arabulucuların ve heyetlerin çoğu da manevralarda bulunuyorlar. Bunun nedeni, belki de Mişel Avn'ın başkanlığının sona erdiği 22 Ekim 2022'den bu yana, büyük güçler arasındaki uluslararası rekabetin en üst düzeyde olması nedeniyle bu sorunun çözüme kavuşturulmaktan hâlâ uzak olması. Bu, Ortadoğu bölgesinin hesaplarını ve denklemlerini, keza egemenliklerine el konulmuş, bölünme ve paylaşımla tehdit edilen zayıf varlıkların yerel kimyasını büyük ölçüde etkileyen bir rekabet.
Dün Kafkasya'da Azerbaycan-Ermenistan çatışması, Ermeni ayrılıkçıların Karabağ bölgesinde deklare ettikleri küçük ve uluslararası alanda tanınmayan cumhuriyetlerinin geleceği pahasına Azerbaycan'ın çıkarına olacak şekilde çözülmeye yaklaştı. Şüphesiz on binlerce Ermeni için böylesine trajik bir sonuç, kendilerinden, itirazlarından ve bölgelerinden daha büyük çıkarların bir sonucuydu.
Bir kısmı bölgemizde olmak üzere dünyada, birçok hususun kesiştiği durumlarda benzer kadere aday pek çok küçük oluşum ve varlık bulunuyor. Bu hususların en dikkate değer ikisi şunlardır; birincisi, büyük uluslararası güçlerin stratejik çıkarları. İkincisi, büyük uluslararası güçlerin bölgesel güçlerle iş birliği ya da çatışma halinde olmasının maliyeti.
Ülkenin fiilen İran'ın ana bölgesel müttefiki Hizbullah tarafından yönetildiği Lübnan'a gelince, bir süre önce Hizbullah, İran rejimini, yerel koşulları hesaba katacak şekilde değiştirerek kopyaladı. Ancak çoğu arabulucu ve heyetin bunu bilmiyormuş gibi davrandığını görüyoruz. Son 12 ay boyunca bu kişilerin önerilerinin bu gerçeği nasıl bilinçli olarak göz ardı ettiğini gördük. İnsanları “isimler oyunu” ile oyalayarak bu gerçeğin etrafından dolanmaya çalıştıklarına tanık olduk. Sanki kim olursa olsun herhangi bir Lübnanlı siyasetçi, sadece güvenlik, savaş ve barış kararlarını değil, aktif bir paralel ekonomi kurarak ekonominin şah damarını kontrol eden “fiili bir gücün” varlığına rağmen ülkeyi yönetebilirmiş gibi, herkes bu gerçekleri görmezden geliyor.
Lübnan'ın çektiği sıkıntı, Mart 2011'den bu yana içinde bulunduğu koşullar Lübnan krizinin ağırlaşmasına katkıda bulunan Suriye'nin yaşadıklarıyla bağlantılı. Başlangıçta bilindiği gibi, Hizbullah liderliğinde Lübnanlı taraflar çatışmalarda ve daha sonra yerinden etme faaliyetlerinde aktif rol oynadılar. Suriye'nin büyük bir kısmına yayılan çatışmalar, yurt içinde milyonlarca Suriye vatandaşının yerinden edilmesine, birçoğunun da yurt dışına göç ettirilmesine yol açtı.
Ekonomileri, siyasi ve hizipsel sorunları pahasına yerinden edilme şokunu yaşayan “komşu” ülkelerin başında kaçınılmaz olarak Lübnan, Ürdün ve Türkiye geliyor.
Üstelik bu üç ülke mülteci akınının şokunu atlattıktan sonra, bu kez menşei ülke Suriye kaynaklı uyuşturucu kaçakçılığı ve silah kaçakçılığı için geçiş noktaları haline geldiklerini fark ettiler.
Bu gerçeğin ışığında dünya, Şam rejimine karşı “havuç ve sopa” gibi görünen bir politikayı benimsedi. Bu politika bir yandan iş birliğini, mültecilerin ve yerinden edilmiş kişilerin geri dönüşünü teşvik etmek için ona açılmayı temsil eden havuca, diğer yandan iş birliğini reddetmesi durumunda boykotu ve kısıtlamaları sürdürme tehdidini temsil eden sopaya dayanıyordu. Sonuçta istenilen amaca ulaşılamadığından ve hiçbir iş birliği şekli kaydedilemediğinden açılımın durdurulmasına karar verildi. Dahası tüm bunlara, en son Houran Ovası ve Cebel el-Arab'ın bulunduğu güney bölgesinin eklendiği Suriye'nin bazı bölgelerinde rejimin otoritesinin kademeli olarak ortadan kalkması eşlik etti. Burası Suriye'nin Ürdün'e ve Arap Yarımadası'na açılan güney kapısı olarak kabul edilen hassas bir sınır bölgesi.
Şu anda Lübnan'da sağlam devlet kurumu neredeyse yokken ve yargı, eğitim ve bankacılık sistemi gibi diğer kurumlar da bocalarken, cumhurbaşkanının seçilmesinin bölgesel çöküşü kısmen de olsa önleyebileceği düşüncesi saçma ve eksik bir algı. Çünkü İran'ın batı sınırları ile Akdeniz kıyıları arasında uzanan coğrafi alanın kaderini hesaba katmayan her yaklaşım, zaten başarısızlığa mahkum bir yaklaşım.
Tarihin tutsağı, coğrafyanın rehinesi olarak kalan ülkeler gerçekten ne kadar bedbahttır.