İyad Ebu Şakra
Siyasi analist, tarih araştırmacısı
TT

Gazze trajedisinin bölgesel boyutu

Bana öyle geliyor ki, aslında rasyonel insanlardan nefret eden ve popülist radikaller ile mutlu bir dünyada yaşıyoruz.

Savaşların ilk kurbanının gerçek olduğunu anlıyoruz ve eğer herhangi birimizin bu konuda bir şüphesi kaldıysa bile, trajedisi iki haftayı aşan “Gazze Savaşı” kesin olan bu gerçeği tekit etmiştir.

Ayrıca, İmam Şafii'nin aksine, inandığı şeyin tartışmaya, şüpheye ve gözden geçirmeye açık olduğunu kabul etmeyen tam, tekelleştirilmiş hakikat olduğuna ikna olmuş ve karar vermiş birini ikna etmeye çalışmanın boşuna olduğunun da uzun zamandır farkındayız. Dahası İsrail ile 75, İran ile 40 yılı aşan deneyimimiz sayesinde, her türlü siyasi düşmanlığın kontrol altına alınabileceğinden veya uzlaşıyla sonuçlanabileceğinden artık eminiz. Elbette bu düşmanlık sadece bir tarafın diğerini tamamen ortadan kaldırmasıyla sonuçlanmasına izin verilen bir “yok etme savaşına” dönüşmediği müddetçe.

İsrail tarihinde büyük çoğunluğu Siyonizm'e inanan ve ona bağlı olan birçok isim oldu. Ancak başından beri, öncelikle Siyonizm'i anlama, ikincisi ise onu uygulama yöntemlerinde aralarında farklılıklar vardı. Her ne kadar Filistin topraklarına gelenlerin çoğunluğu buranın kendileri için vaat edilmiş bir toprak ve kutsal bir vatan olduğuna inanıyor olsa da, azımsanmayacak bir yüzdesi, uluslar arasındaki oyunların, emperyal hırsların, başıboş milliyetçi, dini eğilimlerin ve aşırı ırkçılığın katkıda bulunduğu, kendi kontrolleri dışındaki koşullar sebebiyle göç ettiler.

Sonuç olarak Tevrat'ı keyfine göre yorumlayan Siyonistler olduğu gibi, Filistin topraklarını tekelleştirmeden bir arada yaşamayı baştan beri kabul edenler de var. Ze’ev Jabotinsky ve Menahem Begin, İzak Şamir gibi öğrencilerinin kuruluşuna öncülük ettiği, parçalanan, daha sonra birleşip defalarca isim değiştiren, Binyamin Netanyahu, radikal yerleşimciler tarafından sürdürülen aşırı sağ partilerin aksine, aynı yolu izlemeyen, “transfer” (göç ettirme) fikrini hiçbir zaman alternatifsiz tek strateji olarak kabul etmeyen hareketler ve şahsiyetler de görüldü.

Aslında "Neturei Karta" gibi bazı aşırı dindar gruplar, Siyonizm'i, din olarak Yahudilikle çelişen dünyevi bir siyasi hareket olarak değerlendirerek reddediyorlar. Dindarların yanı sıra radikalizmleri ve İbrani devletine karşı muhalefetlerinin düzeyi değişen çok sayıda laik, liberal ve solcu düşünür ve akademisyen de oldu. Bunların bir kısmı bir arada yaşamaya ve toprağı paylaşmaya inanan ılımlılardan, bir kısmı devletin laik olması çağrısında bulunan liberallerden, üçüncü bir kısmı da Siyonist tarihi anlatının tamamını yeniden gözden geçiren radikallerden oluşuyor.

Ne yazık ki, Araplar olarak bizim -ve aynı zamanda bizi ortadan kaldırmaya istekli olmayan her aklı başında ve ılımlı İsraillinin- talihsizliklerinden biri de İsrail'i yönetenlerin diğer tarafı yok sayan ve "göç ettirmeyi” savunan gruptan olmalarıdır. Bu kişiler, Batılı çevrelerin de desteğiyle, İsrail'i koruma bahanesiyle Batı kamuoyuna el koymuş bulunuyorlar.

Son iki hafta boyunca, Filistinli sivillerin acılarına duyulan doğal empati ile son Hamas operasyonuna verilen ahlaki açıdan kabul edilemez destek arasındaki masum kafa karışıklığına paralel olarak, bazı Batılı politikacılar da, tarihçiler Ilan Pappé ve Avi Shlaim, aktivist, yazar ve entelektüel Naomi Klein ve parlak gazeteci Amira Hass gibi, onurlu ve duyarlı Yahudileri kesinlikle utandıracak açıklamalarda bulundular.

Haas'ın dün New York'ta kendisiyle yapılan bir röportajı titrek bir ses ve gözlerinde yaşlarla şu sözlerle bitirmesi ilginçti: “İsrail kamuoyu artık "(aşırı faşist yerleşimcilerin) hakim olduğu aşırı sağcı hükümetin kışkırtmaları soncunda " Filistinlilere karşı "yoğun bir intikam arzusuyla sarhoş bir halde.” Ardından doğru bir yorumla şunu ekledi: “Tarih 7 Ekim 2023'te (yani Hamas saldırısının gerçekleştiği gün) başlamadı.” Haas’ın bununla kastı açık ve net; 75 yıldır devam eden Arap-İsrail çatışması gibi karmaşık bir konu daha dün doğmadı.

Hamas saldırısı ile ilgili konuşulanlara gelince, Lübnanlı televizyon kanallarından birinde geniş bir görüş yelpazesinden kişileri bir araya getiren bir tartışma programını bir süreliğine takip ettim. Lübnan’da -geçici de olsa- hâlâ var olan az sayıdaki olumlu şeylerden birinin böyle geniş bir yelpazeden kişileri bir araya getirebilme imkânı olabileceğini belirttikten sonra, tartışmaları takip ederken beni şaşırtmasa da rahatsız eden bir hususa değinmek istiyorum. O da bazı Filistinli aktivistlerin ve onların "destekçilerinin", dahası onlardan daha da aşırı olan Lübnanlıların nasıl halen geçen yüzyılın altmışlı yıllarından bu yana sloganlarla dolu o kuru retoriğin tutsağı olmayı sürdürdüklerini görmekti.

Ancak İsrail'in insanlık dışı ve orantısız bir misilleme ile karşılık vermesine neden olan ve olmaya devam eden Hamas ve müttefiklerinin her eylemi sonucunda, insanların yaşadıkları acılar ve ıstıraplara yönelik korkunç umursamazlık, tüm “kabadayılığı”, “mücadeleciliği” ve “ütopyacılığı” ile bu kuru retorikten daha kötü olmayı sürdürüyor.

Nitekim konuşmacılardan biri -sağ olsun- izleyicilere ve dinleyicilere tarihi dersleri ve örnekleri hatırlattı. Kıymetli konuşmasında kurbanlar olmadan mücadelenin ve kurtuluşun olamayacağını belirtti. Ancak aynı konuşmacı, direnişin stratejik müttefiki "angajman kurallarına" bağlı kalıp, Güney Lübnan'da seçilmiş sınır bölgelerinde düşmanın bir ateşine tek bir ateşle karşılık vermekle yetinirken, arkasında ABD'nin olduğu İsrail'e karşı etkili bir "direnişin", katliamlara ve yıkımlara tanık olan tek bir cepheyle sınırlı kalması durumunda ne kadar etkili olabileceğini açıklamadı.

Ayrıca İran'ın defalarca yaptığı “uyarıları” uygulamaya, Gazze Şeridi'nde İsrail’in tek taraflı yıkıcı ve zorla göç ettirici operasyonlarına son vermek için savaşa dahil olmaya karar vermesi durumunda, Lübnan ve bölge düzeyinde olası “senaryolar” konusuna da tatmin edici bir cevabı yoktu. Bu noktada Tahran ve Hizbullah'ın “Gazze Savaşı”na ilişkin tutumlarına ilişkin Hamaslı isimlerle yapılan röportajlarda bazı kibar sitemlerin gözlemlendiği de doğru. Ancak bilhassa Lübnan'da ve genel olarak İsrail'i “çevreleyen devletler” olarak bilinen ülkelerde mevcut durum tehlikeli ve “transfer” (Gazze halkının başka bir yere nakledilmesi) konusu tamamen dolaşımdan çekilmedikçe daha da tehlikeli hale gelecek.

Şu ana kadar açık olan şey; Gazzelilerin Sina'ya zorla göç ettirilmesine karşı Mısır'ın yoğun muhalefeti, Ürdün'ün "alternatif vatan" komplosuna yönelik iyi bilinen tarihsel itirazı, Lübnanlıların önce Filistinli mültecilerin, sonra da Suriyelilerin ülkelerinde yerleştirilmesi konusundaki eski endişeleridir.

Peki Washington bilinmeyene kapıyı aralama riskini alır mı? Kritik bir Amerikan seçim yılında İsrail sağını memnun etmek için verilen tüm “kırmızı sinyalleri” görmezden gelir mi? İran nasıl hareket edecek ve yaşananların meyvesini nasıl toplayacak?