Hüseyin Şubukşi
TT

Terörle işgal arasında Filistin meselesi!

Filistin meselesine ilişkin tartışmalar, tüm dünyada haber kanallarının gündemine geri döndü. Gazze'de yaşanan acı sahnelerle ilgili diyaloglar ve haber analizleri, soruna bir çözüm bulunması ve Filistin halkının çektiği acıların sona erdirilmesi gerekliliğinden bahsediyor. Bu durum dünyanın birçok ülkesinde Filistin yanlısı yürüyüşlerin sayısını da ilginç bir şekilde açıklıyor. İsrail yanlısı ülkelerin halkları tarafından tekrarlanan bu gösteriler, ‘İsrail’in askeri operasyonlarının durdurulması ve bu operasyonların terör eylemi olarak kınanmasıyla’ ilgili. Bu, bir yanda sömürgecilik ve işgal, diğer yanda bağımsızlık ve özgürlük arasındaki ebedi çatışmanın daha önce de defalarca tekrarlanan klasik bir teması.

Bu slogan, İsrail ve onu destekleyen Batılı güçlerin Yaser Arafat ve Filistin Kurtuluş Örgütü'ne (FKÖ) karşı tekrarladıkları bir ifadeydi. Arafat, aylar sonra Nobel Barış Ödülü'nü paylaşmak üzere İsrail Başbakanı İzak Rabin ve Dışişleri Bakanı Şimon Peres ile birlikte ABD eski Başkanı Bill Clinton tarafından Beyaz Saray'da kabul edildi. Dünün teröristi bugün barış için bir ortağa dönüştü. Aynı tiyatro, Irgun, Stern ve Haganah terör çetelerinin üyeleri olan İsrail'in başbakanları Menahem Begin ve İzak Şamir gibi önemli politikacılar için de tekrarlandı. Bu çeteler İngiltere'ye ve Birleşik Krallık Filistin mandasında bulunan güçlerine karşı birçok terör operasyonu gerçekleştirdiler. Bu terör çetelerinin belki de en ünlü operasyonlarından biri, Kudüs’te çok sayıda kurban verilmesine neden olan ve Begin ile Şamir'i İngiliz makamları tarafından terör suçlamasıyla arananlar listesinin başına getiren King David Oteli’nin bombalanmasıydı. Bu saldırıyı yapanlar günler sonra İngiliz Başbakanı’nın karargâhı olan Downing Street'te kabul edildiler.

Hatırlanması gereken bir başka örnek daha var. Güney Afrika eski Devlet Başkanı Nelson Mandela, nefret dolu ırkçı ayrılıkçı Apartheid rejimine karşı direnen Afrika Ulusal Kongresi (ANC) hareketinin lideriydi. Kendisi ve hareketi terörist olarak sınıflandırıldı. Günler geçti ve Mandela 29 yıl hapis yattıktan sonra hapishane hücresinden serbest bırakıldı. Ülkesini yönetmek için hapse girdi. O dönemde büyük şaşkınlık uyandıran bir hareketle Frederik Willem de Klerk'i (kendisini terörist olarak sınıflandıran politikacılar ekibinde yer alan beyaz adam) yardımcısı olarak atadı.

Sonuç olarak, bağımsızlık isteyen, adaletsizliğe, zorbalığa ve zulme karşı kendini savunan herhangi bir grubun kriminalize edilmesi devam edecektir. Sonunda onunla mücadele eden taraf, onu hayati bir ortak olarak görmek zorunda kalacaktır. Tarihin evrensel adetidir bu. İnsanların ve ait oldukları hareketlerin isimleri ne kadar değişirse değişsin, çeşitli koşullarda ve durumlarda bu olaylar kendini tekrar eder.

Filistin'deki Birleşik Krallık manda yönetimi, Filistin'i ilgili bölgelerdeki nüfus varlığına göre bölmeye karar verdi. Böylece İsrail Devleti'ne Filistin topraklarının yaklaşık yüzde 20'sini verdi. Bu karar 1948'de uygulandı (ve elbette bu gerçek, sürekli tekrarlanan Siyonist yalanla çelişmektedir. Buna binaen “topraksız bir halk için halksız bir toprak” ifadesi kullanıldı.) İsrail, Filistin topraklarına tecavüz etmeye devam etti ve 1967 yılındaki Altı Gün Savaşı’na kadar İsrail'i daha da genişletti. Golan, Batı Şeria ve Kudüs şehri ilhak edildi (Sina ve Süveyş Kanalı'na ek olarak). Askeri güçle elde edilen bu topraklar uluslararası toplum tarafından kabul görmedi. İsrail de bu toprakların sahiplerine iade edilmesini gerektiren kararları reddetti. Tüm bunlar, Filistinlilerin özgürlük ve bağımsızlıklarını talep etmek için verdikleri mücadeleleri sezgisel olarak açıklıyor.

Bir devlet olarak İsrail, kaos ve Tevrat inançlarının karışımına dayanan bir siyasi, askeri ve güvenlik sistemidir. Kaos fikrine göre, kendisini yok etmek isteyen haydutların ortasında demokratik bir Batı ülkesi olduğu fikrini pazarlamaktadır. Böylece İsrail, kendisini Tevrat’taki “Davut'un Calut ve büyük ordusuyla yüzleşmesi” rivayetine göre konumlandırmaktadır. Bu rivayet, Batı'nın desteğini, öncelikle suçluluk duygusu sonrasında zayıfın güçlüye karşı zaferi fikrine olan sevgisi nedeniyle kazanan bir rivayettir.

Tevrat’tan alınan bu anlatı bağlamında, İsrail'in Davut'u taklit etmekten Firavun'u taklit etmeye geçtiğini Batı'ya hatırlatmak faydalı olabilir. İsrail'in 7 Ekim olayları ve sonrasında Gazze'ye yönelik aralıksız bombardımandaki kaybı, insani ve maddi kayıplarının çok ötesindedir. İsrail’in bugün Batı'ya dillendirdiği duygusal anlatısında derin çatlaklar var. Belki de bunun yankısı artık parlamentolarındaki önemli tartışmaların yanı sıra dünyanın dört bir yanındaki ülkelerin başkentlerinin sokaklarında da görülebilir.