Prof.Dr. Bilal Sambur
Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Öğretim Üyesi
TT

Din: Barış kültürü mü? Şiddet kültürü mü?

İnsanlığın doğal ihtiyacı özgürlük, barış ve adalettir.  İnsanlığın ürettiği sosyal, siyasal, ekonomik ve kültürel kurumlar,   insanlığın  özgürlük, barış ve adalet ihtiyacını  karşılamak konusunda başarısız olmaktadırlar. İnsanlığın önemli bir  sosyal geleneği ve kurumu olan dinin  barışı, adaleti ve  özgürlüğün    gerçekleşmesine ve gelişmesine  katkı sunmaması  kritik bir dünya problemidir. Dini geleneğin veya din kurumunun  çoğunlukla  şiddet kültürünü besleyen  ve kökleştiren   referanslar ve pratikler içerdiği  açıktır. Din, büyük ölçüde  şiddet ve ölüm kültürünü besleyen bir  kurumdur.Hiçbir din, barış dini  olarak nitelenmeyi hak etmemektedir. Dinin yaşama kültürü  yerine şiddet ve ölüm kültürünü besleyen  karanlık yönünün tanınması ve tartışılması,  insani temelde bir barış ve yaşama kültürünün  geliştirilmesi için  önem taşımaktadır.

Kendisini  tek mutlak  ve mükemmel doğru olarak   dayatan bir dinin  barışçıl olması  mümkün değildir. Tek mutlak ve mükemmel doğru olduğunu iddia eden bir din, herkesin kendi doğru yolunun takipçisi ve kölesi  olmasını istemektedir. Mutlak doğruluk ve mükemmellik iddiası içinde olan bir din, herkesten  kayıtsız ve şartsız teslim olmasını istemektedir. Kendi  mutlak  mükemmel doğrusuna aykırı olan her türlü  yaşam tarzına, düşünceye ve olguya karşı silah, kılıç ve şiddeti kullanmayı kendi doğal hakkı ve imtiyazı olarak görmektedir. Mutlak doğru ve mükemmel olduklarını iddia eden dinlerin hiçbiri insanlığa ve dünyaya  hiçbir zaman barış getirmemişlerdir. Dünyayı kendilerine ait alan ve düşmana ait alan şeklinde ikiye bölen dini ve ideolojik anlayışlar,  sürekli olarak  şiddet ve savaşt üretmektedirler.

Dinin  çoğu zaman bir maneviyat ve ibadet  biçimi olduğu sanılmaktadır. Bu algının aksine  birçok din,  maneviyat ve ibadet yolu olmak yerine  devlet ve siyaset olmayı amaçlamaktadır. Devlet ve siyaset olmayı amaçlayan bütün dinler,  sürekli olarak savaş, şiddet ve çatışma üretmektedirler. Devlete ve siyasete hakim olmak için sürekli olarak  düşmanlarla  savaşmayı   en kutsal  maneviyat ve ibadet olarak yücelten dinler, kendileri uğruna ölmeyi ve öldürmeyi emretmektedirler.   Manevi ve ahlaki bir mesaja sahip olmayan dinler, politik  mesajlar vermektedirler.Ekonomik, sosyal, siyasal ve zihinsel hegemonya uğruna insanlara ölmeyi ve öldürmeyi emreden dinler,  insanı kendileri için  kolaylıkla harcanabilecek  bir nesne olarak görmektedirler. İnsanı  feda edilebilecek  bir nesneye indirgeyen  bütün dinler, aslında  insanı kullanan ve kullandıran  yıkıcı bir kurgudan başka bir şey değildirler.

Hakimiyeti, serveti ve  devleti ele geçirmeyi birincil amaç haline getiren dinlerin birinci önceliği  değişik  adlarda gerçekleştirdikleri savaş ve şiddettir. Hakimiyeti, devleti ve siyaseti ele geçirmek isteyen bir din için  esas olan, barış  içinde birarada yaşamak değil, şiddet, güç ve kılıç kullanmak yoluyla hakim olmaktır.  Zayıf ve güçsüz oldukları dönemlerde hakimiyet  amaçlarını  saklayan ve  barışçıl mesajlar veren dini gruplar,  güçlendikleri andan itibaren kendilerinden farklı olan  herkese karşı katliamlar yapmaktan,    savaşlara girişmekten ve onlara ait her şeyi kendi aralarında   paylaşmaktan çekinmemişlerdir. Dinler tarihi barışı getirmek iddiasında olan birçok dinin,  kılıçla ve kanla dolu  hikayeleriyle doludur.

Bir kiliseye, krallığa,  devlete veya emirliğe sahip olma iddiası taşıyan dinler, hiçbir zaman  güçlü bir sivil toplumun oluşumuna kaynaklık etmemişlerdir. Devlet ve siyaseti birincil dini amaç haline getiren dinler için  güçlü, verimli, çoğulcu ve dinamik bir sivil toplumun oluşması önemli ve gerekli değildir. Militarist ve otoriter dinler için önemli olan şey, kendi  hegemonik amaçlarını gerçekleştirecek güçlü militer örgütlerin ve devletlerin ortaya çıkması ve varolmasıdır. Otoriter dinler,  sahip oldukları devletler ve örgütler aracılığıyla  kendi askeri çözümlerini   herkese dayatmayı tek yol olarak görmektedirler.

Baarış ve yaşama kültürü oluşturma konusundaki yetersizlikleri, sefaletleri, sığlıkları ve acizlikleri, dinlerin en büyük başarısızlığıdır. Barış ve hayat kültürüne kaynaklık etmeyen dinler, kolaylıkla bir ölüm, vahşet ve  yıkım   makinasına ve kaynağına dönüşmektedirler.Hakimiyet ve devlet için yürütülen siyasal ve askeri savaşların en büyük destekleyicisi dinler olabilmektedir. Dini referansların ve kutsal savaş çağrılarının  yoğun bir şekilde kullanıldığı günümüz çatışmalarında taraflar, insanlığı ve dünyayı bir dinler savaşı karanlığına götürmeyi amaçlamaktadırlar. Yaşanılan çatışmalar ve savaşlar, dinlerin çatışma çözümüne kaynaklık edebilecek kapasitede kurumlar olmadığını, ancak savaşın ve şiddetin ateşine   odun olma  muhtevalarının çok yüksek olduğunu  göstermektedir.