İnsanlığın doğal ihtiyacı özgürlük, barış ve adalettir. İnsanlığın ürettiği sosyal, siyasal, ekonomik ve kültürel kurumlar, insanlığın özgürlük, barış ve adalet ihtiyacını karşılamak konusunda başarısız olmaktadırlar. İnsanlığın önemli bir sosyal geleneği ve kurumu olan dinin barışı, adaleti ve özgürlüğün gerçekleşmesine ve gelişmesine katkı sunmaması kritik bir dünya problemidir. Dini geleneğin veya din kurumunun çoğunlukla şiddet kültürünü besleyen ve kökleştiren referanslar ve pratikler içerdiği açıktır. Din, büyük ölçüde şiddet ve ölüm kültürünü besleyen bir kurumdur.Hiçbir din, barış dini olarak nitelenmeyi hak etmemektedir. Dinin yaşama kültürü yerine şiddet ve ölüm kültürünü besleyen karanlık yönünün tanınması ve tartışılması, insani temelde bir barış ve yaşama kültürünün geliştirilmesi için önem taşımaktadır.
Kendisini tek mutlak ve mükemmel doğru olarak dayatan bir dinin barışçıl olması mümkün değildir. Tek mutlak ve mükemmel doğru olduğunu iddia eden bir din, herkesin kendi doğru yolunun takipçisi ve kölesi olmasını istemektedir. Mutlak doğruluk ve mükemmellik iddiası içinde olan bir din, herkesten kayıtsız ve şartsız teslim olmasını istemektedir. Kendi mutlak mükemmel doğrusuna aykırı olan her türlü yaşam tarzına, düşünceye ve olguya karşı silah, kılıç ve şiddeti kullanmayı kendi doğal hakkı ve imtiyazı olarak görmektedir. Mutlak doğru ve mükemmel olduklarını iddia eden dinlerin hiçbiri insanlığa ve dünyaya hiçbir zaman barış getirmemişlerdir. Dünyayı kendilerine ait alan ve düşmana ait alan şeklinde ikiye bölen dini ve ideolojik anlayışlar, sürekli olarak şiddet ve savaşt üretmektedirler.
Dinin çoğu zaman bir maneviyat ve ibadet biçimi olduğu sanılmaktadır. Bu algının aksine birçok din, maneviyat ve ibadet yolu olmak yerine devlet ve siyaset olmayı amaçlamaktadır. Devlet ve siyaset olmayı amaçlayan bütün dinler, sürekli olarak savaş, şiddet ve çatışma üretmektedirler. Devlete ve siyasete hakim olmak için sürekli olarak düşmanlarla savaşmayı en kutsal maneviyat ve ibadet olarak yücelten dinler, kendileri uğruna ölmeyi ve öldürmeyi emretmektedirler. Manevi ve ahlaki bir mesaja sahip olmayan dinler, politik mesajlar vermektedirler.Ekonomik, sosyal, siyasal ve zihinsel hegemonya uğruna insanlara ölmeyi ve öldürmeyi emreden dinler, insanı kendileri için kolaylıkla harcanabilecek bir nesne olarak görmektedirler. İnsanı feda edilebilecek bir nesneye indirgeyen bütün dinler, aslında insanı kullanan ve kullandıran yıkıcı bir kurgudan başka bir şey değildirler.
Hakimiyeti, serveti ve devleti ele geçirmeyi birincil amaç haline getiren dinlerin birinci önceliği değişik adlarda gerçekleştirdikleri savaş ve şiddettir. Hakimiyeti, devleti ve siyaseti ele geçirmek isteyen bir din için esas olan, barış içinde birarada yaşamak değil, şiddet, güç ve kılıç kullanmak yoluyla hakim olmaktır. Zayıf ve güçsüz oldukları dönemlerde hakimiyet amaçlarını saklayan ve barışçıl mesajlar veren dini gruplar, güçlendikleri andan itibaren kendilerinden farklı olan herkese karşı katliamlar yapmaktan, savaşlara girişmekten ve onlara ait her şeyi kendi aralarında paylaşmaktan çekinmemişlerdir. Dinler tarihi barışı getirmek iddiasında olan birçok dinin, kılıçla ve kanla dolu hikayeleriyle doludur.
Bir kiliseye, krallığa, devlete veya emirliğe sahip olma iddiası taşıyan dinler, hiçbir zaman güçlü bir sivil toplumun oluşumuna kaynaklık etmemişlerdir. Devlet ve siyaseti birincil dini amaç haline getiren dinler için güçlü, verimli, çoğulcu ve dinamik bir sivil toplumun oluşması önemli ve gerekli değildir. Militarist ve otoriter dinler için önemli olan şey, kendi hegemonik amaçlarını gerçekleştirecek güçlü militer örgütlerin ve devletlerin ortaya çıkması ve varolmasıdır. Otoriter dinler, sahip oldukları devletler ve örgütler aracılığıyla kendi askeri çözümlerini herkese dayatmayı tek yol olarak görmektedirler.
Baarış ve yaşama kültürü oluşturma konusundaki yetersizlikleri, sefaletleri, sığlıkları ve acizlikleri, dinlerin en büyük başarısızlığıdır. Barış ve hayat kültürüne kaynaklık etmeyen dinler, kolaylıkla bir ölüm, vahşet ve yıkım makinasına ve kaynağına dönüşmektedirler.Hakimiyet ve devlet için yürütülen siyasal ve askeri savaşların en büyük destekleyicisi dinler olabilmektedir. Dini referansların ve kutsal savaş çağrılarının yoğun bir şekilde kullanıldığı günümüz çatışmalarında taraflar, insanlığı ve dünyayı bir dinler savaşı karanlığına götürmeyi amaçlamaktadırlar. Yaşanılan çatışmalar ve savaşlar, dinlerin çatışma çözümüne kaynaklık edebilecek kapasitede kurumlar olmadığını, ancak savaşın ve şiddetin ateşine odun olma muhtevalarının çok yüksek olduğunu göstermektedir.