Abdulmunim Said
Kahire’de Mısır Gazeteciler İdaresi Meclisi Başkanı ve Kahire Bölgesel Strateji Çalışma Merkezi Yönetim Müdürü
TT

Reform, istikrar ve barış

‘Reform, istikrar ve barış’ üçlemesi; ister 19. yüzyılda Avrupa’da Fransız Devrimi’nin ardından ister 2. Dünya Savaşı’nın bitiminden sonra olsun, bütün ülkeleri ve bölgeleri kaostan, geri kalmışlıktan, savaşlardan, şiddetten ve radikalizmden kurtaran şeydi. Bunun örneği 1970’lerin sonundaki Güneydoğu Asya’ya uzanıyor. O dönem Vietnam Savaşı bitmiş ve milletler ve halklar, sol radikal hareketlerin devamının yıkım ve çatışmadan başka bir anlam taşımadığının farkına varmışlardı. Bu yüzden ilerlemeye ve yükselmeye yönelik kendi Asya yollarını izleyen kaplanlar ve leoparlar ortaya çıktı. Güney Amerika, birbirini boğazlayan sol hareketlerden Küba, Bolivya ve Venezuela devrimlerinin ürünlerine ve uyuşturucu mafyalarının idealist devrimci sloganlarla karıştığı tepkilerine gözlerini açmaya başlamıştı. Geçtiğimiz yüzyılın sonlarına doğru yavaş yavaş gelişme, kalkınma ve ilerleme anlamına gelen bu karışımı üretmeye başlamıştı. Deney henüz olgunlaşmasa da işaretleri şu anda Brezilya, Şili ve Meksika’da görülüyor.

Ortadoğu’da bu karışımın ortaya çıkışı Mısır’dan ve Hür Subaylar arasında pek görülmeyen bir şahsiyetten gelmişti: 1970’li yılların başında işgal altındaki bir vatanla ve savaşların ağırlığı altında ezilip tükenmiş bir ulusla ilgilenmek üzere iktidara gelen Devlet Başkanı Muhammed Enver Sedat. Galibiyetle çıktığı bir savaşa girdikten sonra bunu sahte medya övgüsünde kullanmadı. Aksine bunu barış kıyılarına taşıyarak işgal edilen toprakları bütünüyle, eksiksiz bir şekilde geri aldı. Aynı zamanda Mısır Devlet Başkanı Çin, Singapur, Güney Kore, Tayvan ve Malezya’da yoksulluktan, bitmek bilmeyen savaşlardan ve ülkeleri sarsan kültürel ve kültürel olmayan devrimlerden kaçmak için gerçekleştirilen birçok girişimin Arapça tercümesi olan ekonomik açılım politikasını başlattı. Ancak adamın payına düşen 18-19 Ocak 1977’deki ‘Ekmek Devrimi’ ve barışı getirdikten sonra suikasta uğraması oldu. Mısır’ın ortamı yeterince olgun olmadığı gibi bölge de derin bir reform dalgasına ve sol ve sağın fikirlerinin aşılmasına hazır değildi. Zira halkların sıkı çalışmanın ve değişimin üretim yoluyla aktığı ‘reform’ yerine kelimelerin hayalleri, şiirlerin başyapıtları ve hamasi sloganların içinde yaşadığı pek çok aptallık çeşidi sağ ve sol fikirlerde görülüyordu.

Arap devrimlerinin yıllarca devam eden kaosundan, dini radikalizmin gericilikte tüm sınırları aşmasından, şiddet uygulamalarından ve milliyetçi şekle bürünse de çok az değişim ve çok fazla kısırlık getiren önceki devrimlerin iflasının kesinleşmesinden sonra geçtiğimiz yüzyılın ortasında üçlü model (reform, istikrar ve barış), Ortadoğu’da Araplar arasında kendine bir kıyı buldu. Arap reform hareketi, ekonomik yapıda ve dini düşüncede çok sayıda köklü değişikliğin gerçekleştirilmesi ve ulusal kaynakların seferber edilmesine olanak tanıyan iç istikrarın sağlanması için zaman sınırlaması (2030) koyan bir vizyon ile ortaya çıktı.

Zaman açısından bu hareket artık yolunu yarılamış vaziyette. Tabi bu sırada terör, Kovid-19 ve küresel etkileri olan savaşlar (Ukrayna savaşı bunun bir örneği) gibi sıkıntılarla boğuşuyor. Tüm bunlara Ortadoğu’daki üç şey ekleniyor. Bunun ilki, her zaman reform karşıtı ‘devrimci’ güçlerin elinde kalan Filistin meselesidir. İkincisi ise Arap Baharı’ndan geriye kalanların devrimler, iç savaşlar ve bölgesel güçlerin meseleleri yönetme ve ‘ulusal güvenliği’ koruma konusunda devletlerin ve halkların yerine geçen silahlı milisleri kullanma biçimindeki etkileridir.

Şu anda sürmekte olan beşinci Gazze savaşı, Arap ülkelerinde yürütülmekte olan üçlü reformu avlama operasyonunun silahlı tercümesinden başka bir şey değildir. Arap ülkeleri, reformu ulusal devlet kurmada bir referans olarak almaktadır. Ülkelerin inşası için uygun ortamı sağlamak üzere bölgede barışı yol edinmektedir. Ayrıca devlet fikrinin yok edildiği ve geriye sadece şiddet ve kaosun kaldığı Arap ülkelerindeki sözde Arap Baharı sonuçlarını ortadan kaldırmaya çalışmaktadır.

Beşinci Gazze Savaşı, reform ve barışa ulaşıp daha önce Avrupa ve Asya’da yapılana benzer bir tarihi ve kültürel rol oluşturarak bölgesel karbon, turizm ve hizmet kaynaklarının en iyi şekilde kullanılmasını sağlayan çeşitli bölgesel iş birliği biçimleri yaratma kapasitesine sahip istikrarlı bir bölge atmosferini yeniden tutturma faaliyetlerinin önünde aşılmaz bir engel oluşturuyor. Basitçe söylemek gerekirse, İbrani devletindeki tutucu ve dini açıdan radikalist bir bakanlıkla savaşa girip rekabet edebilecek Filistin halkının tek meşru temsilcisi olan Filistin Ulusal Yönetimi'nden kurtulmaya karar veren bir örgütün işi bu. Milisler ve onu destekleyen bölgesel devlet açısından bakıldığında, reformun, barışın ve istikrar arayışının ortaya çıkması, bu milislerin ve silahlı grupların bekası için bir tehdit kaynağı oluşturmaktadır. Barış konferansının yeni Mısır başkentinde düzenlenmesi, yaygın savaş akımına karşı bir Arap muhalefeti mesabesindeydi. Konferans sonrasında kimin katılıp kimin katılmadığı, kimin katılıp sonradan ayrıldığı konusunda büyük bir gürültü koptu. Ancak sonuç, altı Körfez İşbirliği Konseyi (KİK) ülkesi, Mısır, Ürdün ve Fas'tan oluşan dokuz Arap ülkesinin açıklamasında geldi. Ülkeler, Arap ülkeleri için tarihi bir kalkınma arayışında olan iç reformun gücüyle bir araya geliyor ve barış ve kalkınmaya bağlı kalarak, çetin bir bölgede istikrarı sağlamak için çaba gösteriyor. Bu ülkelerden altısının İsrail ile barış anlaşması var, diğerleri ise stratejik yönelimler açısından farklılık göstermiyor. Bu ülkeler tarafından yayınlanan açıklamada dengeli bir bakış açısı vardı: Sivillere yönelik saldırılar kınandı, barış sürecinin yeniden başlatılması çağrısında bulunuldu ve Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) ile Filistin Ulusal Yönetimi’ne itibar edildiği tekrar vurgulandı. Bu, mevcut krizin çözümünün başlangıcıydı.

Sonuç olarak ‘reform, barış ve istikrar’ üçlemesi, Arap ülkelerinde devam eden barışçıl değişim süreçlerini kısıtlamak için Filistin meselesini ve İsrail otoritesindeki radikalizmin aptallığını kullanan bir Arap gerçekliğiyle uğraşmanın formülüdür. Dokuz ülkenin belirledikleri ilkeleri uygulamaya koymasının başarısı burada yatmaktadır. Bunun için reform ülkelerinin çabası gereklidir.