Fayez Sara
Suriyeli gazeteci-yazar
TT

Gazze savaşı: İran’ın çıkmazı ve araçları

İran’ın ve bölgede ona bağlı silahlı grupların liderlerinin inkârcı bir tavra bürünüp, Aksa Tufanı operasyonunun Hamas hareketinin aldığı bir kararla yapıldığını, yani bu operasyonda ‘dışarıdan’ herhangi bir tarafın bir rolü veya bilgisi olmadığını vurgulamaları rastgele değildi. Hamas da bunun ‘Hareket içindeki askerî liderliğin kararı’ olduğunu söyleyip, Filistinli Hamas hareketinin askerî kanadı olan el-Kassam Tugayları’nın askerî lideri olarak tanımlanan Muhammed ed-Dayf’a işaret ederek inkârda daha da ileri gitti.

İran ve onun araçlarının, Aksa Tufanı operasyonu konusunda bir ilişkinin ya da bilginin olduğuna yönelik inkârı, operasyonun hemen ardından değil de bu operasyonun İsrail ve dünya düzeyindeki yansımalarının artarak devam etmesinden sonra geldi. Nitekim bu operasyon, İsrail’in güç çılgınlığını uç noktaya vardırdı. Bu, Binyamin Netanyahu’nun liderlik ettiği ve İsrailli aşırı radikallerin ortaklık ettiği radikal hükümetten beklenen bir tavırdı. Bu hükümetin tepkisi, Gazze Şeridi’ne yönelik savaş ve yıkım nidalarıyla yükselmeye başladı; mini bir savaş hükümeti kuruldu ve İsrail askerî makinesi Gazze Şeridi’ne yönelik yıldırım saldırısına sevk edildi. Yerleşimlerin ve askerî karargâhların yer aldığı Gazze çevresindeki Aksa Tufanı sahnesinde kontrol yeniden ele geçirilmeye başladı. Gazze Şeridi’ne yönelik kapsamlı bir hava saldırısı da başlatıldı ve buna ordunun yaklaşık 400 bin İsrailli ihtiyat askerini çağırması eşlik etti.

İsrail’in tepkisinin sertliği ve boyutu, İsrail’in tutumunu ve Filistinlilere karşı savaşını yoğun olarak destekleyen ve aynı zamanda saldırıyı terör eylemi olarak tanımlayıp kararlı bir şekilde kınayan uluslararası tutumdan ayrı düşünülemez. ABD bu tutuma liderlik ederken, başta Birleşik Krallık, Almanya ve Fransa olmak üzere Avrupa ülkeleri de hızlı şekilde tepki gösterdi ve 44 ülke bir yandan Aksa Tufanı operasyonunu kınamak, diğer yandan da İsrail’in tutumunu desteklemek üzere bir araya geldi.

Görünüşe bakılırsa İran ve araçları, başlarda İsrail-ABD tepkisinin boyutunu anlayamadı ve bu yüzden İsrail’i çeşitli cepheler açma konusunda uyarmak, İsrail’in Gazze’yi işgal etmesi halinde duruma müdahale tehdidinde bulunmak gibi alışıldık bir dizi tutum sergiledi. Lübnan’ın güneyinde Hizbullah ile İsrail arasında çatışmalar başladı ve Iraklı ve Yemenli milislerden tehditler geldi. Bunlar olurken İran Dışişleri Bakanı da İran’ın tutumu için desteğini kazanmayı umduğu ülkelere yöneldi, ancak bunun gözle görülür bir etkisi olmadı.

İran açısından İsrail-ABD tepkisinin, İran’ın genelde yaptığı gibi manevrayı kabul etmediği ve uzlaşmalar, tavizler ve şantaj operasyonları yoluyla herhangi bir kazanım elde etme imkânının olmadığı açıkça görüldü. Tahran bu defa işin, İsrailliler ve Amerikalılarla Lübnan’da, Suriye’de, Irak’ta ve Filistin’de araçları aracılığıyla çatışmasından farklı olduğunu anladı. O çatışmalarda İranlılar, 2021 yılında İran Devrim Muhafızları Generali Kasım Süleymani’ye yönelik cinayet operasyonunun ardından Irak’taki Amerikan üslerine göstermelik bir füze saldırısı düzenlenmesine izin veren eski ABD Başkanı Donald Trump ile aralarında olana benzer teselli ödülleri ya da tavizlerini örtbas edecek bir şeyler elde ediyordu.

Tahran’ın duruşunun kırılganlığı ve zayıflığı, manevra ve pazarlık fırsatının yokluğuna ek olarak şu üç gerçeğin ışığında gözler önüne serildi:

İlk olarak; İsrailliler ile Amerikalılar gerilimi en üst seviyeye çıkardı. Nitekim İsrail’in Gazze’deki Filistinlilere yönelik savaşı, nerede duracağı tam olarak bilinmeyen en vahşi seviyelere ulaştı ve İsrail, operasyonlarını oradaki Filistinlileri Gazze’deki Filistinlilere destek olacak herhangi bir çabadan menetmek için Batı Şeria’ya kadar yaydı.  

İkinci olarak; ABD ve Avrupa, İsrail’e destek olma işini eşi benzeri görülmemiş bir seviyeye vardırdı. Bu destek liderlerin, bakanların ve kanaat önderlerinin ziyaretlerinin yanı sıra yardım ve silah tedarikiyle gözle görülür hale geldi. Ayrıca ABD’nin bölgedeki askerî varlığı uzun bir süredir görülmemiş bir şekilde yoğunlaştı. Aynı zamanda ABD’nin İran’a ve onun araçlarına yönelik tehditleri de arttı.

Üçüncü ve son gerçek; İran’ın araçları ve bu araçların İsrail’e karşı cepheler açarak savaşa katılma becerisiyle ilgili. Söz konusu araçlardan en önemlisi, Hizbullah’tır. Hizbullah, Lübnan’ın İsrail’le kaybedilecek bir askerî çatışmaya sürüklenmesine yönelik kapsamlı Lübnanlı itirazıyla karşılaştı ve bu yüzden angajman kuralları adına bir sözleşme kapsamında İsrail’e karşı mücadelede sınır ötesi bombardımanla yapabileceğini yaptı.  

Hizbullah’ın durumunun aksine Suriye’de İran’ın ve araçlarının güçlerinin içinde bulunduğu koşullar, herhangi bir karşılık görmeksizin geniş çaplı ve peş peşe gerçekleşen operasyonlarda hepsinin kamplarını ve karargâhlarını yağmalayan İsrail’e karşı herhangi bir harekete birçok nedenden dolayı izin vermiyor.

İran’ın araçlarından olan Iraklı ve Yemenli taraflara gelince… Irak tarafı, Irak ve Suriye’deki Amerikan üslerine karşı göstermelik bombalama operasyonları gerçekleştirdi ve bunun ardından kendisine yönelik ciddi olduğu söylenen uyarılar yapıldı. Husilerin temsil ettiği Yemenli taraf ise İsrail’e karşı birkaç füze ateşledi ama somut bir etkisi olmadı.

Yerel, bölgesel ve uluslararası boyutlarıyla Gazze Şeridi’ne yönelik mevcut İsrail savaşı ile son yirmi yılda Lübnan’da, Filistin’de ve Gazze Şeridi’nde gerçekleşen İsrail savaşları arasındaki farkları ortaya koyan bir gerçeklik karşısında İran’ın ve araçlarının başlarını öne eğip, bekleyerek vakit geçirmek suretiyle oyalama politikası izlemekten başka seçeneği yoktu. Hizbullah’ın haftalarca beklemesinden sonra liderinin ortaya çıkıp savaşa karşı şahsi bir tutum sergilemeksizin, İran’ın ve diğer araçlarının Aksa Tufanı operasyonu konusunda herhangi bir bilgi ya da ilişkiyi inkâr eden tutumunu tekrarlaması ve dahi Filistinlilere yönelik savaşa karşı çıkan tutumlarını yumuşatması da böyle bir politikanın tezahürüydü. Bu, onların Filistinlileri ‘direniş meydanlarının birliği’ ilkesinin vurgulanmaya çalışılmasında olduğu türde desteklemekten kaçındıklarını teyit ediyor.

Velhasıl İran ve araçları, İsrail’in kendilerine yönelik savaşı karşısında Filistinlileri desteklemek için uzun zamandır teşvik ettikleri şeyden vazgeçti. Ve Aksa Tufanı ile savaşın başlatılması konusunda Hamas’la yaptığı anlaşmaya rağmen, Filistinlileri yıkıcı bir savaşla ve operasyonun sorumluluğunun Kassam Tugayları’na ait olduğunu tekrar edip duran üst düzey Hamas yetkilileri de dahil olmak üzere diğer güçlerden gelen zayıf bir destekle baş başa bıraktı.

Bu yaşananlar, İran’ın politikasında ve onun Filistin meselesiyle ilişkisinde bir değişikliğe yol açmayacak. Aksine İran, aynı çizgide devam edecek. Bir sınava tâbi tutulduğunda da bir yanda maddi faydacılık ve ideolojik aldatmacanın esiri olan ve olmaya devam eden yakın araçları ve diğer yanda bunlardan çok uzak olduğu kanıtlanmış sloganlarla halkı kandırma pahasına bir kaçış bulması gerekecek.