Abdulmunim Said
Kahire’de Mısır Gazeteciler İdaresi Meclisi Başkanı ve Kahire Bölgesel Strateji Çalışma Merkezi Yönetim Müdürü
TT

Filistin ve barış anlaşması?

Bu makaleyi, Gazze krizini ve bunun Filistin meselesine ilişkin sonuçlarını tartışmak için toplanan olağanüstü Arap zirvesi öncesinde, Suudi Arabistan Enformasyon Bakanlığı ve Al-Arabiya haber kanalının nazik daveti üzerine geldiğim Riyad'da yazıyorum. Daha önce yaşanan çalkantılar hiçbir zaman İsrail'in tüm Gazze halkına karşı gerçekleştirdiği en büyük saldırının yaşandığı bugünkü kadar olmamıştı. Her ne kadar İsrail asıl amacının bin 400 İsraillinin ölümü ve 240’nın rehin alınmasıyla sonuçlanan, Filistin-İsrail çatışmasının çağdaş tarihinde askerleri ve sivilleriyle İsrail'e en büyük saldırıyı düzenleyen Hamas hareketini ortadan kaldırmak olduğunu söylese de tüm Gazze halkını hedef alıyor. Beşinci Gazze Savaşı hakkında düşünürken artık akıllara hakim olan konulardan ilki, hava saldırılarının bir milyondan fazla insanı kuzey Gazze'den güneye itmesi, 10 binden fazla kişiyi öldürmesi, bundan birkaç katını yaralaması, aralarında sağlık kurumlarının da bulunduğu binlerce bina ve tesisi vurmasının ardından İsrail'in Gazze Şeridi'ni karadan işgalidir. Diğer yandan Batı Şeria'daki yerleşimciler de bu fırsatı değerlendirerek 500'e yakın Filistinliyi öldürdüler, Batı Şeria'daki 13 köyün halkını sürdüler. Yani pratikte Nakba sahneleri hem Gazze'de hem de Batı Şeria'da tekrarlandı. İkincisi, yardım ve insani destek çalışmalarının yürütülmesi için kısa aralara izin verilerek koşulların iyileştirilmesinin mümkün olup olmadığıdır. Çatışmanın, uzun ömürlü bir savaşa yetecek kadar nefret dolu silahlı tarafların dahil olduğu kapsamlı bir bölgesel savaşa dönüşmesini önlemek de aynı derecede önemlidir. Üçüncüsü, ateşkesin ve rehinelerin serbest bırakılmasının ardından gelecek olan ve kendisinden sıklıkla bahsedilen ‘ertesi günü’, Hamas'ın Gazze Şeridi’ni yeniden yönetmeye uygun olmayacağı varsayılarak Gazze Şeridi’nin nasıl yönetileceğini düşünmektir.

Dışişleri bakanları toplantıları, enformasyon ve savaşla ilgili bakanların görüşmeleri, Araplar için ebedi olan Filistin meselesiyle kesişim noktalarına göre Arap taraflar arasındaki istişareler, yine bu taraflar ile ABD ve Avrupa'daki çeşitli Batılı güçler arasındaki istişarelerin dahil olduğu Arap Zirvesi oturumlarının başlamasıyla birlikte Filistin meselesinin bu üç boyutu tartışma konusu haline geldi. Batı tarafında bu krizde Batı bayrağının taşıyıcısının Washington olduğu açık. Nitekim ABD Başkanı Joe Biden ve ondan sonra Dışişleri Bakanı, Savunma Bakanı, Ulusal Güvenlik Danışmanı ve CIA Direktörü dahil olmak üzere yönetiminin temel kurmayları İsrail’i ve bölgeyi ziyaret ediyorlar. İşte Arap zirvesi bu siyasi ve diplomatik kargaşanın ortasında başladı ve ardından Arap-İslam zirvesi geldi. İki zirve düzeyinde Filistin davasına maddi ve manevi çok büyük destek sağlanacağına şüphe yok, ama daha zor olan, başka savaş ve krizlerin patlak vermesini önleyecek bir çözümle krizden ve savaştan nasıl çıkılacağıdır.

Burada konu, bir dizi koşulun varlığını gerektiriyor ve bunlar olmadan mevcut yıkıcı akışkan durum baskın ve patlamaya hazır olmaya devam edecek. Birinci koşul, Arapların acilen ihtiyaç duydukları sağlam bir duruştur. Bu duruş ile şunu kastediyoruz; madem ki Araplardan Filistin’deki kardeşlerine tam yardım sunmaları bekleniyor, bu durumda Filistin halkının tek meşru temsilcisi olan tek bir Filistin Ulusal Otoritesi’nin olduğu, başka hiç kimsenin savaş ve barış hakkındaki ulusal kararı ‘tekeline alma’ hakkı olmadığı açık ve net olmalı. Diğer yandan İsrail hükümetinin, Filistinliler ve İsrailliler arasında demografik dengeyi sağlamak için Filistinlilere yeni bir Nakba yaşatma niyetinde olduklarını deklare edecek kadar aşırıya kaçan sağcı partilerden kurtulacak şekilde değişmesi gerekiyor.

Bunlar imkansız görünebilir, Filistinli ve İsrailli taraflarca da iç işlerine müdahale olarak değerlendirilecektir. Ancak bu, siyasi ve diplomatik çalışmanın özüdür ve bununla birlikte krizin aşılması ve ardından tüm önemli uluslararası tarafların onayladığı iki devletli çözüme ulaşılması yoluyla sorunun çözülmesi için uzlaşılar yaratılabilir. Her iki tarafta var olan aşırıcılığın reddedilmesi, daha önce Kahire'deki barış konferansı sonrasında dokuz ülkenin yaptığı açıklamada da belirtildiği gibi, zirve kararlarında da kendisine yer bulabilir. Aynı zamanda kapsamlı bir çözümü kabul etmeye istekli kurumsal güçlerle çalışmaya hazır olunduğunun vurgulanmasıyla da bu reddedişin altı çizilebilir. Keza dünyanın artık bölgesel ve uluslararası güvenliği tehdit eden aşırılık biçimlerini kabul etmeye hazır olmadığını vurgulamak için uluslararası taraflardan yardım istemek de mümkün.

İkinci koşul ise önümüzdeki dönemdeki siyasi ve diplomatik çatışmaların ortasında ne olursa olsun, birçok Arap ülkesinde devam eden reform süreçlerinin sürdürülmesinin gerekliliğinin vurgulanmasıdır. Suudi Arabistan Krallığı'nda bulunmak, burada sürmekte olan derin reform sürecinin hangi boyutlara ulaştığını gözlemlemek için bir fırsat oldu. Reformun boyutu sadece hayata geçirilen dev projelerde değil, daha da önemlisi nitelikli kadın ve erkekler ve özellikle de gençler ile ortaya çıkıyordu. Ayrıldığım Kahire'de de ekonomik krize rağmen tek bir ulusal proje durdurulmadı. Sivillerin öldürülmesini kınayan ve iki devletli çözüme dayalı barışçıl bir çözüm çağrısında bulunan Kahire Bildirisi’ni imzalayan bazı Arap ülkelerinde de reform hız kesmeden devam ediyor ve bu, ister İsrail ister Filistin tarafında olsun, aşırılık yanlısı güçler karşısında ana garantör olabilir. Buna ilaveten reform sürecinin devamı, bölgedeki aşırılık yanlısı güçler arasındaki örtülü iş birliğine alternatifler sunan yüksek düzeyde bir bölgesel iş birliği sağlama kapasitesine de sahip. Arap zirvelerinin başa çıkmak zorunda olduğu felaketin, bölgedeki bir güçler ittifakının kalkınma ve restorasyonun önünü kapatmak için savaş başlatmasının bir sonucu olduğu unutulmamalı. Asil sloganlar altında aşırılıkçı güçlerin fikirlerine kapılan, onlarca yıl boyunca ilerlemeyi ve refahı kaçıran Arap nesiller oldu. Şimdiki nesiller de mevcut fırsatı kaçırırlarsa tarih önünde hesap vereceklerdir.